Güncelleme Tarihi:
Kapağında kâğıttan uçak olan bir kitap var elimizde... Gitmek üzere hazır ama ne kadar uzağa gidebileceği belirsiz, uçak görüntüsü verilmiş ama aslında kâğıttan yapılma yani dayanıksız... Bu metafor, deneyimli gazeteci Bahar Çuhadar’ın ilk kitabı ‘Yeni Ülke Yeni Hayat’a dair çok şey anlatıyor. Kitap son 10 sene içerisinde farklı ülkelere taşınmış 10 kişiye ses veriyor. Dost meclislerinde sürekli duyduğumuz “Gideceğim bu ülkeden!” söylemini gerçeğe taşımış kişilerle tanışıyoruz. Çuhadar konuştuğu insanların neden gittiklerini, gidince ne hissettiklerini, ilk yıllarda neler yaşadıklarını, bugün, ‘yeni hayatlarından’ Türkiye’ye bakınca neler gördüklerini sorguluyor.
Kitap, her biri yeni nesil göçmen olan anlatıcıların, onları Türkiye’den ayrılmaya yönelten sürecin yanı sıra mutluluklarını, özlemlerini, yaşadıkları zorlukları ve keyif aldıkları noktaları aktarıyor. 10 farklı şehirde yaşayan 10 insan hikâyesi var önümüzde: Bangkok, Osaka, Vancouver, Atina, Berlin, Atlanta, Kopenhag, Freiburg, Londra ve Pekin’den hikâyelerini, buralarda sıfırdan kurdukları ‘yeni hayatlarını’ anlatanlar deneyimlerini paylaşmakla kalmıyor, gittikleri ülkelerdeki gündelik yaşama dair tüyolar da veriyor. ‘Yeni Ülke Yeni Hayat’ gidenlerin deneyimlerine yer vermesinin yanı sıra gitmeyi (ya da belki de sadece gezmeyi) kafaya koymuş kişiler için de müthiş bir rehber.
Okurken “Gitmek mi zor, kalmak mı” sorusu akla sık düşüyor. Yurtdışında yaşayanların yakından tanıdığı o yalnızlık duygusu tüm hikâyelerde hissediliyor. Kopenhag’daki Gizem’in anlattıkları Türkiye’de yaşayanların da içini sızlatacak türde: “Eski yaşamımdan; Cihangir’de oturan arkadaşlarımla aklımıza esince hemen bir çay içmeye Cihangir Kahve’de buluşmaya çıkmayı özlüyorum. İstiklal’in eski halini özlüyorum. O zamanki haliyle Beyoğlu’nda Kadıköy’de dolaşmayı... (...) Sokaktaki kavgaları, trafiği hiç özlemiyorum. Burada zaten herkes bisikletle gidip geliyor. Biz de araba kullanmıyoruz. Sokakta yaşanan tacizler, adamların kadınları hor görme ve bir tehdit olarak dolaşmaları hali burada yok ve iyi ki yok. Can güvenliği konusunda şüphem olmuyor. Öyle bir tetikte olma hali olmuyor.”
Dört senedir Atina’da yaşayan Ulaş, Yunanistan’a gittikten sonra İstanbul’a farklı bir gözle bakar olmuş: “Atina’da yaşamaya başladıktan sonra İstanbul’da fark ettiğim en önemli şey insanların gülümsememesi ve suratsızlığı oldu... Onları suçladığımdan değil, şartlar gülümsemeyi zorlaştırıyor.”
Çuhadar’a yeni yaşamını anlatan hemen herkes ‘özgürlük’ vurgusu yapıyor. Vancouver’daki Simge “Kocaman bir özgürlüğüm ve iki memleketim var” derken Berlin’de yaşayan Serkan, “Buraya değil, buradaki özgürlüklere aidim” ifadelerini kullanıyor, kızını dünya vatandaşı olarak yetiştirdiğini anlatıyor. Ülkeden ülkeye değişen deneyimler de kitabı ilginç kılan noktalardan. Avrupa’dakiler zaman zaman göçmen karşıtlığı yaşadıklarından bahsederken Seda Tayland’da yabancı düşmanlığının kabul edilemez bir olgu olduğunu söylüyor.
Kitabın sonunda Çuhadar’ın, göç araştırmaları uzmanı Doç. Dr. Ulaş Sunata ile röportajı yer alıyor. Beyin göçünü anlatan Sunata, gitme motivasyonunu analiz ediyor. Gidenlerin aldıkları riskleri vurguluyor ve Türkiye’deki ‘beyaz kuğuların’ Avrupa’da statü kaybı yaşayarak ‘siyah kuğuya’ dönüştüğünü söylüyor. Yazıyı Çuhadar’ın önsözde iki çocuğu için not ettiği temenniyle bitirelim: “Ait oldukları topraklarda en iyisi çekip gitmek diye hissetmeksizin özgür ve mutlu yaşamlar sürebilmeleri ve her daim ‘Dünya bizim evimiz’ diyebilmeleri dileğiyle...”