Güncelleme Tarihi:
1949 Prag doğumlu Michel Ajvaz, Charles Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Çek ve Estetik eğitimi gördü. İçlerinde gece bekçiliği de olmak üzere pek çok işte çalıştı. İlk romanı ‘Intercontinental’ (Hotel Intercontinental’teki Cinayet) 1989’da yayımlandı. İki yıl sonra kısa hikâyelerini ‘Návrat starého varana’ (Eski Komodo Ejderhasının Dönüşü) kitabında topladı. Hikâyelerinde yer alan fantastik öğeleri kullandığı ikinci romanı ‘Öteki Şehir’ (Druhé město, 1993) büyük bir ilgi görmekle kalmadı Çek edebiyatında büyülü realizmin yeri ve anlamı üzerine bir tartışma da başlattı. Halen Prag Teorik Bilimler Merkezi’nde araştırmacı olarak görev yapan Ajvaz’ın romanları çok sayıda dünya diline çevrildi. Kurgu kitaplarının yanı sıra, Derrida üzerine bir denemesi ve Borges üzerine olan bir eseri de yayımlandı.
MOR KİTAP
Kış mevsiminin karı, soğuğu ve karanlığı ile kentin üzerine çöktüğü günlerde, kitap meraklısı anlatıcı bir sahafa uğrar. Rafların birinde gördüğü mor ciltli bir kitap ilgisini çekecektir. Sayfalarında tuhaf hatta ürkütücü gravürler barındıran tekinsiz bir kitaptır bu. Sonraki günlerini kitabın sayfalarındaki sırları çözmeye çalışmakla geçirir. Prag’ın içinde yaşayan bir başka şehin varlığını keşfettiğinde artık bütün amacı o şehire ulaşmak olacaktır. Aslında başkaları da farkındadır öteki şehrin. Hatta bir kısım insan kendisini ‘o’ şehirden, o medeniyetten biri olarak görmektedir. Anlatıcının şehir hakkında araştırmaya başlamasından rahatsızlık duyanlar da çıkmıştır. Bütün güçlüklere rağmen Prag’ın yanı başında daha doğrusu tam içinde ama dikkatsiz gözlerin ıskaladığı kuytularında gizlenen bu şehre temas etmek, fantastik bir dünyaya açılır. ‘Öteki Kent’ kültürü, mimarisi ve mitolojisi ile büyüleyicidir. Cam heykeller ile dolu yeraltı kiliseleri, gözalıcı balıklar, ormanlara ev sahipliği yapan ve ziyaretçilerin bir kitap ararken yollarını kaybettiği kütüphaneler, epik bir şiirden dizeler okuyan kuşlar, gecenin yarısında ‘Yatak Odaları’ndaki Büyük Savaş’ hakkındaki konferanslar ve kentlilerin anlamsız diyalogları... Kısacası tekinsiz bir labirenti andıran tuhaf bir yerdir burası. Üstelik öteki şehirle ilgili bütün açıklamalar tutarsız ve çelişkilidir. Anlatıcı bu şehre kendisini bir türlü kabul ettiremez. Bir türlü Prag’ı arkasında bırakamamıştır.
Tam bu noktada Kavafis’in şiiri geliyor aklıma. Celal Üster’in çevirdiği dizelerde “Yeni bir ülke bulamazsın/Başka bir deniz bulamazsın/Bu şehir arkandan gelecektir/Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın/Aynı mahallede kocayacaksın/Aynı evlerde kır düşecek saçlarına/Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda/Başka bir şey umma-/Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte” demişti Kavafis. Michel Ajvaz ise başka bir ülkenin, başka bir denizin, başka şehirlerin bulunacağına dair bir umutla yazmış ‘Öteki Şehir’i. Bir türlü öteki şehri bulamayan roman kahramanı en sonunda anlayacaktır; gerçekten gitmek için insanın her şeyini ardında bırakması, elleri bomboş, yüzünde gülümsemeyle ve aklında geri dönme fikri olmadan yola çıkması gerekir;
“Öteki şehir, kapılarını yalnızca gerçekten gitmek isteyenlere açıyordu; ancak o zaman attıkları her adım, yürüdükleri her yol onları parlak saraylara ve bahçelere çıkarıyordu. Ben tam olarak gitmiş sayılmazdım (...) Şimdi anlamıştım; öteki şehre yalnızca çıkacağı yolculuğun hiçbir amacı olmadığı bilincini geride bırakan biri girebilirdi. Çünkü amaç, evi yaratan ilişkiler örgüsünde bir yer anlamına gelir ve amaçsız da değildir; amaçsızlık, aslında amacı tamamlar ve onun dünyasına aittir (...) Gidenler, arkalarında bıraktıkları evlerinde kalan izleri düşünmezler artık ama geride kalanlar için bu gidişler hep başka bir yerin hatırlatıcısıdır; kurulu düzeni sarsan ve bu düzene gizlice can veren o sessiz gücü bir süreliğine de olsa uyandıran bir hatırlatıcıdır bu”...
KAÇMAK DEĞİL, GİTMEK!..
Michel Ajvaz ‘Öteki Şehir’de kentin tadını çıkaran bir flanour gibi sokakları arşınlayan roman kendi hayalleri ve hayaleriyle griliğe bürünmüş Prag’ı yeniden ama çok çok daha renkli biçimde yeniden canlandırıyor. Bu onun görmek istediği şehir; başkalarının gözünden kaçan, fosilleşen, ticari metalara dönüşen binaları, pub’ları, klise ve kütüphaneleri fantastik bir dünyada görünür hale getiriyor. Kısacası ‘Öteki Şehir’ görünmezliğe ilişkin bir rehber. Kenti ve insanları gerçekten görüp hissetmenin oralarda dolaşmayı nedensellikten kurtardığımızda mümkün olabileceğini hatırlatıyor; ancak o zaman kütüphaneler ormana dönüşecekler, ancak o zaman o zaman heykeller canlanacak, yatak örtüsünde okyanus dalgalarını fark edeceğiz. ‘Öteki Şehir’ ya da Prag’ın öteki yüzü alışkanlıklarımızın bizleri nasıl kör ettiğinin simgesi. Roman kahramanının başka bir yer arayışı kaçmak değil, kendisini yeniden kurabileceği bir yere gitmek...
Roman boyunca Ajvaz’ın zengin hayal gücünden fışkıran pek çok sahne, insan, hayvan, heylek ve eşya çıkıyor karşımıza ve bunları taşıyan gizemli hikâyeler dinliyoruz. Ne var ki gizemlerin anahtarı hakkında bilgi vermiyor. Bu anlamda okuyucunun gizemleri çözmek -kitabı anlamak- için verdiği mücadele, anlatıcının öteki şehri anlama deneyimi yansıtıyor.
BİR DİL ŞENLİĞİ
Labirentlerle dolu ‘Öteki Şehir’ pek çok yönden Kafka’yı, Borges’i, Neil Gaiman’ı hatırlatıyor. Böyle bir roman anlayışının alışılageldik roman okuma alışkanlığına bir meydan okuma olduğunu söylemek mümkün. Postmodern edebiyatın ‘gizemli kitap’ motifini çok iyi kullanmasına, büyülü gerçekçiliğin, gerçeküstücülüğün ve Dadaizm’in sınırlarında dolaşmasına rağmen kolayca türleştirilebilecek bir anlatı değil. ‘Öteki Şehir’ hem çok katmanlı bir metin hem de bir dil şenliği.
‘Öteki Şehir’ dilin sadece bir iletişim aracı olmadığı anlayışıyla kaleme alınmış. Ajvaz, anlatım dili ile anlatılan -kurmaca- dünyayı birleştirmeyi amaçlıyor. Şöyle özetlemiş düşüncesini: “Edebiyatta basit anlamlar yoktur. Bir kitabın taşıdığı mesaj da dilin ritminde kendi tarzındadır. Bu, yazarın yaratmak istediği veya yazarın iletişim kurmak istediği dünyayı yaratan güçleri ortaya koyar. Bu dünya tamamen hayali olabilir, ancak aynı zamanda dünyamız için bir çeşit metafor da bize bazı özelliklerini gösteriyor. Dil gerçeği ifade edebilir, çünkü gerçekliğin yalnızca solgun bir yansıması değil, gerçektir, eylem, soluk alıp vermek, güçlerin boşalması ve akışı”...
Bu fikriyat 2011’de yayımlanan ‘Lucemburská Zahrada’ (Lüksemburg Bahçeleri) romanında yeni bir dil icat etmeye kadar götürmüş Ajvaz’ı. Dilin hayali bir şehri canlandırmaya büyük katkısı olmakla birlikte mesele sadece biçimle sınırlı kalmıyor, başka bir dil arayışı verili dile içkin iktidar mekanizmalarını kırmayı da hedefliyor. Paradoks gibi görünebilir ama böyle bir dille yazılmasına -çevirmeni de dilin hakkını vermesine- rağmen ‘Öteki Şehir’ okuma zorluğu çıkarmayan bir roman. Şaşırtıcı ve etkileyici...