Güncelleme Tarihi:
Emmanuel Bove, 1898 yılında yoksul bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Asıl adı Emmanuel Bobovnikoff’tu. Çocukluk ve gençlik yılları zorluklarla geçti. Garsonluk, bulaşıkçılık, işçilik, tramvay şoförlüğü yaptı. Ancak yazmaya tutkuluydu. Öykülerini bir gazetede okuyan Colette’le tanışması kaderini değiştirdi. Onun desteğiyle yazdığı ilk romanı ‘Arkadaşlarım’ (1924), büyük beğeni kazandı. Çıkan eleştiriler övgü doluydu. Öyle ki Bove’u Proust ve Dostoyevski ile karşılaştıranlar bile olmuştu. Eleştirilerin verdiği destekle, 26 yaşındayken parlak bir başlangıç yaptığı yazarlık kariyerini 1924-1940 yılları arasında yazdığı tam 18 romanla sürdürecek, 1928 yılında Prix Figuiere’e layık görülecekti. Ancak karanlık bir dönemin arifesindeydi Avrupa. Faşizmin yükselişine pek çok yazar gibi Bove da tepkisiz kalmadı, gazete ve dergilerde antifaşist yazılar ve hikâyeler yayımladı. Alman işgali başladığında eserlerini yayımlamayı reddetti ve karısıyla birlikte ‘yeraltı’ hareketine katıldı. 1942’de Cezayir’e kaçan çift, savaş sonunda güçlükle Paris’e geri döndü. Bu aynı zamanda edebiyata da dönüş anlamına geliyordu. Ama ne yazık ki son çalışmalarının yayımlanmasını beklerken ateşli bir hastalığa yakalandı ve 1945’te hayata veda etti. Kısa yaşamına 22 roman sığdıran Emmanuel Bove, savaş sonrasının atmosferinde kısa sürede unutuldu. 1970’lerin sonunda yeni bir edisyonla ve 1987 yılında yayımlanmamış bir romanının ortaya çıkmasıyla hatırlanan bu talihsiz yazar, günümüzde Fransız edebiyatının en önemli isimleri arasında sayılıyor.
HAYAT SANATI TAKLİT EDER
Emmanuel Bove, çoğunlukla toplumda yerini bulamamış antikahramanları merkezine alan romanlarıyla tanınır. Ancak 1926-1936 yılları arasında, muhabir olarak çeşitli gazete ve dergilerde çalışmış ve buradaki deneyimlerini -Pierre Dugast takma adıyla- iki polisiye romana aktarmıştı; ‘La fiancée du violoniste’ ve ‘Le meurtre de Suzy Pommier’, yani ‘Suzy Pommier Cinayeti’.
1932’de yayımlanan ‘Suzy Pommier Cinayeti’ bir filmin gala gecesinde başlıyor. Birkaç filmden sonra dikkatleri çeken genç yönetmen Jean Rivière ile genç ve güzel oyuncu Suzy Pommier’i bir araya getiren ‘Les Deux Mondes’ (İki Dünya) isimli filmin ilk gösterimindeyiz. Yönetmen, hikâyeyi gerçekçi bir şekilde yansıtmak amacıyla o dönem pek de özgürlükçü olmayan gelenekleri eleştirirken yer yer kaba ve şiddet içeren sahnelere yer verdiği için seyircilerden homurtular yükseliyor. Özellikle de film kahramanının savaş gazisi sevgilisi tarafından banyoda öldürüldüğü sahnede:
“Kadın banyoda adamın güçlü kollarından kurtulmak için çırpınırken, adam bütün gücüyle onu suyun altında tutmaya çalışıyor, kameranın objektifi de kadının gücünün azalışını ve nihayetinde öldüğü anı yakalamak için ikisinin etrafında yavaşça dönüyordu...”
Ertesi gün, Paris adli polis müfettişi Hector Mancelle’e bir cinayet ihbarı gelir. Amiri Piget ve yardımcısı Demarte’nin yokluğunda, ‘asıl işi her gün on yedinci bölgedeki otellere giderek yeni müşterilerin isimlerini kaydetmek olan genç müfettiş Hector Mancelle’ olay yerine intikal eder. Öldürülen Suzy Pommier’den başkası değildir ve ilginç olan, tam da filmde canlandırdığı kadın gibi banyo küvetinde boğulmuştur.
Soruşturma başladığında hırslı, hesapçı ama kifayetsiz amiri Piget, kamuoyunun ilgisini çeken cinayetin soruşturmasını fırsata çevirmek isteyecek ve genç kadının -evli- sevgilisinden baskıyla bir itiraf koparacaktır. Ne var ki delilleri, kişileri, olguları titizlikle değerlendiren Hector Mancelle, bu itiraftan ikna olmamıştır. Kariyerini tehlikeye atmak pahasına katili ve cinayet nedenini ortaya çıkarmak için araştırmasına devam eder...
“EDEBİYATIN EDEBİ OLMAMASI GEREKİR”
‘Suzy Pommier Cinayeti’, Emmanuel Bove’un yazarlık kariyerinin en önemli yapıtlarından biri olmamakla birlikte, hem yazarın hem de dönemin polisiye edebiyatının karakteristiklerini barındırıyor.
Öncelikle polisiye kurgusunun sağlamlığından söz edilebilir. Hikâye Altın Çağ polisiyelerinin ‘Kim yaptı?’, ‘Neden yaptı?’ soruları etrafında gelişiyor. Şahıslar kadrosu da zengin; öldürülen ünlü bir kadın, para peşindeki babası, zengin sevgilisi, sevgilisinin aldatılan karısı, kuşkulu oyuncu kadrosu, yeteneksiz polisler ve roman kahramanı Müfettiş Hector Mancelle. Mancelle, o yılların polisiyelerindeki rasyonel akılla işgören dedektif tiplemesinin tipik bir örneği...
Muamması merak uyandırıcı ama cinayete takılıp kalmamış Bove. Her ne kadar türünün klasik kalıplarını barındırsa da ‘Suzy Pommier Cinayeti’ gerek üslubu gerek içeriğiyle yazarının imzasını taşıyor. Cinayet nedenini I. Dünya Savaşı’nda işlenmiş bir suça dayandıran Bove, suçun bireylerde yarattığı psikolojik ve ahlaki dalgalanmaları da boş geçmemiş. O dönemin Fransız burjuvazisinin ikiyüzlü ahlakını, polis teşkilatının basiretsizliğini, sosyal statü sahiplerinin ayrıcalıklarını da hikâyesine yedirmiş. Bove’un karakterlerinin kendi iddialarıyla gerçeklikleri arasındaki tutarsızlık -tıpkı ‘Arkadaşlarım’da olduğu gibi- ‘Suzy Pommier Cinayeti’ndeki temel çatışma ve eylemin arkasındaki itici güç oluyor.
Emmanuel Bove, ‘edebiyatın edebi olmaması gerekir’ fikriyatından hareketle çok ekonomik ve doğal bir anlatım tarzını benimseyen bir yazar. Bu yazım tarzının hayranları arasında Rainer Maria Rilke, Samuel Beckett, Philippe Soupault, André Gide, Max Jacob gibi isimler sayılabilir. ‘Suzy Pommier Cinayeti’ de söz konusu tarzın güzel bir örneği. Günlük konuşma dilinin akıcılığını kısa ve net cümlelerle yansıtıyor. Ama bu basitlik, gerçek sanatı gizleyerek sanat yapan Bove’un karakteristiğidir. Süslemesizdir tarzı; anlatı çoğunlukla isimlerden ve fiillerden müteşekkildir, sıfat ve zarflardan bilhassa kaçınır. Ve asıl önemlisi bu dil kullanımıyla ayrıntılara odaklanır. Bove’un ayrıntılara gösterdiği titizliği övmek gerekiyor. Bove, çok iyi gözlemlenmiş ve yakalanmış ayrıntılarla neredeyse hiçbir şey olmadan her şeyi gösterir. Karakterlerin giysileri, mobilyaları, eşyaları küçük fırça darbeleriyle büyük anlamlara açılırlar. Yazarın ustalığı, bu saydıklarımı hem yaşam tarzını hem de kahramanın iç dünyasındaki karmaşayı gerçekte anlattığından çok daha fazlasıyla iletebilmesindedir.
‘Suzy Pommier Cinayeti’ yeniden keşfedilmesi çok gecikmiş bir yazarın unutulmuş bir romanı, kadri bilinmemiş bir klasik. Kısa ve kararında...