Güncelleme Tarihi:
Yaşanmışlığı bir edebiyat eserine dönüştüren nedir?Anıyı romana, yaşanmışlığı hikâye etmeye, duyguları şiire dönüştüren...
Bu sorular edebiyat üzerine düşünülüp tartışılmaya başlandığından beri ortaya atılmış ve cevaplarına dair kafa karışıklığının hâlâ devam ettiği sorular. Oysa, ‘Yazar, kaleminden çıkanlarda yaşadıklarını ya da kendini mi anlatıyor?’ diye sorulurken, bir İngiliz romancının “Romanımdaki taş bile benim” sözü akla gelmiyor. Yazar ne yazarsa kendinden yazıyordur, evet. Her kelimesine kendinden bir parça üflüyordur. Bir gerçeğin edebiyat aracılığıyla yazıya aktarıldığındaki gerçekliğini kurgunun gerçekliği belirleyebilir ancak. Dolayısıyla bu yaşanmışlığı artık sadece yazınsal gerçekliğin kurallarıyla biçip tartabiliriz sadece.
Yiğit Bener’in yakın zaman önce okurların karşısına çıkan novellası ‘Arta’da Morto!’ düşündürdü tüm bunları. Edebiyatımızın önemli isimlerinden olan Bener kitabında, yurtdışında başına gelen bir kaza ve ardından yaşananları, yaşadıklarını hikâyeleştiriyor. Olay gerçek. Yiğit Bener, kitapta anlattıklarını yaşamış. Benim ‘Arta’da Morto!’ özelinde aklıma gelen ise gerçeğin yazınsal gerçekliğe, dolayısıyla bir kurgu esere dönüşme serüveni. Buna geleceğim. Öncesinde ise romanda olayların nasıl başladığına dair birkaç cümle edelim.
Yunanistan’ın Arta şehrinde tarihi mekânları gezmek için yola koyulan iki arkadaşın dağlık tepelik bir alandan arabalarıyla geçerken, kıvrımlı yollarda ve yüksek sıcakta gözlerinin bir anlığına kapanması sonucu ürkütücü bir kazanın kahramanı olurlar. Neyse ki sağ kurtulurlar fakat ıssızlığın ortasından kurtulmak ve vücutlarındaki kırıkları onartmak gibi bir problemleri vardır artık. Dilini bilmedikleri, alışkanlıklarına hâkim olmadıkları bir ülkede bunlar zor. Onlar da bu zorlukların içinde bulurlar kendilerini. Sonrası ise absürdün de baskın bir öğe olarak akışın içinde yer aldığı bir kara-komedi. Hastaneye transferleri, hastanede yaşadıkları, hastaneden çıkışları, Türkiye’ye dönme çabaları, başına gelenleri dile dökme gayreti... Bunların hepsi olağan. Herkesin başına gelebilir. Fakat bunlar neden başkasının başına gelince bir anıdan ibaret kalıyor da Yiğit Bener bunu yaşayınca ve anlatıp kaleme dökünce bir edebiyat eseri haline dönüşüyor?
Mesele her şeyden önce olayları, yaşananları alımlamada ortaya çıkan reflekslerle ilgili kanımca. Bir yazarı yazı masasına oturtacak, onun zihnini kaşıyacak, hatta rahatsız edip içindekileri dışarı vurmasını sağlayacak kimi olaylar olur. Bener özelinde bunun gerçek hayatla çok yakından ilgili olduğu görülüyor. Önceki yazdıklarında da yer alan gerçek katmanının, Bener’in kurgu dünyasının en can alıcı ve üzerinde durulması gerekli nokta olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ‘Arta’da Morto!’ya bu yönden bakmak gerek. Bener’in yazı refleksinin nasıl harekete geçtiğini gösteren bir kitap elimizdeki en başta.
Öte yandan ise anlatılan ve yazılan her konunun bir şekilde tekrara düştüğünü aklımıza getirdiğimizde ele alınan metinler için ‘ne’ değil ‘nasıl’ sorusu ön plana çıkıyor. Ya da şöyle demek gerek, ‘ne’yi ‘nasıl’ anlattığı. ‘Arta’da Morto!’nun esas kıymetinin bu noktada ortaya çıktığını söylemek gerek. Bener çeşitli anlatım olanaklarının peşinden giderek şekillendiriyor anlatısını. Akan hikâyenin içinde bir romandan pasajlar da, taşkın monologlar da, akıcı diyaloglar da, bir tiyatro eserinin biçiminde şekillenmiş bölümler de görmek mümkün. Bir gerçeği edebiyat gereğine dönüştürenin de bu olduğunu düşünüyorum. Bener, ‘nasıl’ anlatacağının derdine düşüyor, ortaya gerçeğin içinden bir başka gerçeklik çıkarıyor; kurgusal gerçeklik.
Gerçek nerede ve kurgu nedir sorularının birleşiminden doğmuş gibi ‘Arta’da Morto!’. Kurgu ve gerçek ayrımı üzerine düşünmek isteyenlerin mutlaka uğraması gereken bir durak. Sinir bozucu bir kaza hikâyesi okumak isteyenlerin de elbette...