Güncelleme Tarihi:
“Gölgeler seyreder uzaktan bizi/ Ağlatırken güldüren masallar ülkesi/ Yarını mühürleyen bir rüya gibi/ Omzumuzdan düşmüyor geçmişin yükü” Pentagram/ ‘Geçmişin Yükü’
Nermin Yıldırım’ın romanlarının en sevdiğim yanı hüzün ve mizah arasında kurulan denge... Ve bu defa hüzün biraz daha ağır basmış. Mizah daha bir kararmış. Öncekilere göre daha koyu bir roman diyebiliriz ‘Misafir’ için. Aynı zamanda sanki biraz daha alegorik ve distopik bir anlatı var karşımızda.
Romanın mekânı diyebileceğimiz tımarhane alegorik okumalara açık bir alan. Adına ‘ev’, hastalarına ‘misafir’, hemşirelerine ‘abla’, başhekimine ‘baba’ denen bir yerdeyiz sonuçta. Aynı zamanda ‘101 numaralı oda’ gibi ‘1984’e, kurbanlarına temiz sicil vaat eden ‘M-3’ kod adlı rehabilitasyon projesi gibi ‘Otomatik Portakal’a gönderme yapan bir metin... Paranoya diye etiketlenenle gerçek olduğu iddia edilenin iç içe geçtiği, komplo teorileriyle gündelik siyasetin ayırt edilemeyecek noktaya geldiği muğlak bir yer ve zaman...
Romanın iki anlatıcısı var. Biri ‘ev’de misafir. Genç bir kadın, Esin. Eskiden normal bir hayatı varken, film bir yerde fena kopmuş ve kendini bu hapishaneden bozma deliler hastanesinde bulmuş. Diğer anlatıcı ise ‘ev sahibi’ konumunda. Mesaisi bitip de tımarhaneden çıktığında ölüler diyarından dönmüş olan ve aklını okuyabilen rahmetli annesiyle vakit geçiren, annesinin hortlayışına ölümünden çabuk uyum sağlayan yaşlı bir kadın, Rikkat. Artık annesinden hem çirkin hem de yaşlı olduğunu düşünen, geçmişin hayaletleriyle ebedi angaryalarına gömülmüş, yapayalnız bir insan. Roman bu doğaüstü ayrıntı üzerinden içeriyle dışarının sınırlarını muğlaklaştırıyor. Kızını ziyarete gelen ölü anne, büyülü gerçekçi estetikten çok güvenilmez bir anlatıcının aktarımıyla büyüsü bozulmuş bir dünyayı (dünyamızı) resmediyor.
Hastaneyi hapishane olarak görürsek de anlatıcılardan biri mahkûm, diğeri gardiyan. Neden orada olduğunu bilmeyen, hatırlayamayan bir mahkûm ve kimi neden koruduğunu, hangi iki bölge arasındaki sınırı tuttuğunu anlamlandıramayan bir gardiyan. İkisi de geçmişi düşünmekten yorgun düşmüş. Esin ilaçların etkisinde, Rikkat nostaljinin. Esin geleceğe, Rikkat geçmişe kaçmak istiyor. Unutmayı seçmeyenlerin gönderildiği yerde iki yalnız kadın. ‘Yumuşak Odası’, ‘Mavi Odası’, ‘Abla Odası’ olan, üç oda bir salon ‘ev’de. Mutlu olduğuna inanmaya çalışan aileler gibi bir arada, zorla da olsa yan yana, bitmek bilmeyen ve eğlencesiz bir misafircilik oyunu içinde. Peki duvarların dışında ne var? Makul yalanlar üzerine kurulu toplum, oyuna dahil olmaya gönül indirenlerin oyun alanı, gündelik cehennem.
‘Misafir’in bana düşündürdükleri geçmiş, unutma ve hatırlama ekseninde şekilleniyor ki bunlar Nermin Yıldırım’ın takıntılı mevzuları. Geçmişin gücü herkesi delirtmeye yeter. Unutmayı ihmal edersek. Ayrıca hafıza politik bir güç. Bir insanın hafızasını kontrol eden, onu da kontrol eder. Hafıza yitimi ise nostaljiyi besler. Nostaljik bakış, geçmişi temize çeker.
Distopik kurmacaların temel mesajlarından biri geçmişe ait kayıtlara erişimin, toplumun akıl sağlığı için hayati önem taşıdığıdır. Bu anlatılarda geçmiş/şimdi, neden/sonuç, yalan/hakikat ayırt edilemez. Bu durumun günlük dildeki karşılığı ise ‘sıfır mazi siyaseti’. Hayatta kalmayı kolaylaştırırken geçmişle hesaplaşmayı önleyen, bir an için durup da kendine bakmaya mahal vermeyen, konfor alanını koruyan bir faydacılık. Baskı ortamlarında ise birbirinden absürd yasaklara bir de ‘hatırlama yasağı’ eklenir. Ve iki tür toplumsal kültür vardır. Geçmişle hesaplaşma üzerine kurulu, hatırlama-yüzleşme-düzeltmeye çalışma mantığına sahip ‘Hatırlama Kültürü’ ve olan bitenin üstünü örtüp konuyu kapatıveren, konuyu açmaya kalkanı ise dışlayan ‘Unutma Kültürü’. ‘Misafir’in sayfalar boyunca didiştiği kültürse, fazlasıyla haşır neşir olduğumuz bu ‘Unutma Kültürü’.
Nermin Yıldırım, romanın diline atmosferi, olay örgüsü ve karakterleri kadar kafa yoran yazarlardan. Çok canlı karakterler ve sağlam bir atmosfer yaratırken günlük konuşma dilinin kıvraklığını da yakalamayı başarıyor. Olay örgüsünün tüm sürükleyiciliğine rağmen sayfalar yalnızca şimdi ne olacak diye çevrilmiyor. Ve anlatı tüm kasvetine ve yer yer klostrofobisine rağmen umutlu bir sonla bitiyor. Ya da en azından umutsuz bitmiyor. Yolun nereye çıkacağını bilemesek de hatta yolların kötü yerlere çıkacağını sezsek bile, yolun kendisine inanmaya davet ediyor okurunu. Sonuçta şöyle düşünmek gerekiyor belki de: Delilik bulaşıcıdır. Yani insan tek başına delirmez. Ama bir yandan da insan insana iyi gelir.
Misafir
Nermin Yıldırım
Hep Kitap, 2018
332 sayfa, 32 TL.