Güncelleme Tarihi:
James Wood 1965 yılında, İngiltere’nin Durham kentinde doğdu. Dindar bir ailede, “sade ve ağırbaşlı” olarak tanımladığı bir ortamda büyüdü. Müzik bursuyla okuduğu Eton College’dan mezun olduktan sonra Cambridge Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı eğitimi aldı. Eleştirmenliğe The Guardian’a yazdığı yazılarla başladı, 1992-95 yılları arasında aynı gazetede baş edebiyat eleştirmeni olarak görev yaptı. 1995 yılında The New Republic dergisinde edebiyat eleştirmeni oldu ve ABD’de yaşamaya başladı. 2007’de The New Yorker’ın düzenli yazarı oldu. 1990’ların ortalarından bu yana yazdığı eleştiri yazılarıyla İngiliz ve Amerikan edebiyat dünyalarının en etkili eleştirmenlerinden biri olan Wood, kurmaca teknikleri, roman ve gerçekçilik, romanın tür olarak gelişim, inanç ve sekülerlikle bağlantısı gibi konularda çok sayıda inceleme/deneme/eleştiri kitabı yazdı. Yeni çıkan ‘İyi Bir Hayat’ın yanı sıra Türkçede ‘Hayatın En Yakın Benzeri’ (Can, 2018) ve ‘Kurmaca Nasıl İşler?’ (Ayrıntı, 2013) adlı kitapları yayımlanan Wood, The New Yorker’daki eleştiri yazılarını sürdürüyor, Harvard Üniversitesi’nde ise ‘Edebiyat Eleştirisi Pratiği’ dersi veriyor.
SÖYLENEMEYENLER...
‘İyi Bir Hayat’ın hikâyesi, dünya ekonomisinin gidişatından huzursuzlanan emlak yatırımcısı Alan Querry ile iki yetişkin kızınının 2007 başlarında bir araya geldiği yaklaşık bir haftalık sürede geçiyor. Kızların büyüğü 40 yaşındaki Vanessa, New York yakınlarındaki Saratoga Springs Üniversitesi’nde felsefe profesörü. Birkaç yaş küçük kız kardeşi Helen ise Londra’da müzik sektöründe yönetici olarak çalışıyor. Kızlar annelerinin başka bir adam için evi terk etmesinden sonra babalarının yanında büyümüşler, eğitimlerini tamamlamışlar, dışarıdan bakıldığında ‘iyi bir hayat’ da kurmuşlar. Ancak sıkıntılı geçen boşanma sürecini ve annelerinin erken ölümünü hâlâ atlatamadıklarını ve gençlik yıllarındaki gerilimlere takılıp kaldıklarını anlıyoruz.
Babaları Alan ise yıllar sonra tanıştığı genç bir kadında bulmuş mutluluğu. Kızlarıyla bir türlü istediği gibi yakınlaşamamış. Mesela Vanessa, kariyerini sürdürmek için Amerika’ya taşındığından bu yana ziyaretine hiç gitmemiş. Şimdi küçük kızıyla birlikte yaptıkları bu ziyaretin nedeni, Vanessa’nın düşüp yaralanmasından duydukları korkular. Korkuları fiziksel hasarla ilgili değil; düşüşün kasıtlı olduğundan, Vanessa’nın kendine zarar vermek istediğinden endişeliler. Zira Vanessa’nın gençliğinde benzer bir vaka yaşanmış...
Alan ve Helen, Vanessa’ya destek olmak için Saratoga Springs’e giderler. Oysa kendi hayatları da sorunlarla doludur. Helen’in evliliği ve kariyeri tehlike sinyalleri verirken Alan’ın yatırımları iflasın eşiğindedir. Buna karşılık üçü bir araya geldiklerinde sıkıntılarını ortaya dökmeyeceklerdir. Vanessa, kendisinden genç sevgilisi Josh’la mutlu bir birliktelik sergilemek için çabalar. Helen ve Alan ise kendi sorunlarını sadece zihinlerinden geçirirler. Kısacası, söylenemeyenlerin ağırlığı vurur buluşmaya damgasını. Ne var ki Alan, etrafa saçılan ufak tefek işaretlerden, onları sarmalayan umutsuzluğun farkındadır. Yine de iyi bir baba modelinin gerektirdiği gibi davranacaktır; “Her şeyi gör, biraz düzelt...”
KUSURSUZ TEKNİK
Bir ailenin kendi arasındaki ilişkileriyle başlayan ‘İyi Bir Hayat’, giderek hayat hakkındaki sorulara, dolayısıyla da felsefi meselelere açılıyor. Özellikle de Alan’ın zihni bu New York yolculuğunda karşılaştığı insanların ve mekânların çağrışımlarıyla ABD ve İngiltere, bugün ve geçmiş arasında gidip gelmeye başlayacak, neoliberalizmin yerle bir ettiği tarihi, işçi sınıfının ve bir dolu değerin çöküşünü sorgulayacaktır. Elbette Helen ve Vanessa’nın zihni de çalkantılıdır. Böylelikle, pek çok soru çıkar karşımıza: Neden bazı insanlara yaşamak diğerlerinden daha zor gelir? Mutluluk öğrenilebilecek bir yetenek mi yoksa acımasız bir doğum kazası mı? Çocukluk bir kenara bırakılmalı mı? Ya da annesinin ölümünden sonra Vanessa’nın varlığına hâkim olan basit, çocuksu ve hem felsefe dışı hem de sorulabilecek en felsefi soru; ‘Nereye gitti?’
James Wood, ‘Kurmaca Nasıl İşler?’ adlı edebiyat incelemesinde bir romanın büyüklüğünün, hem ikna edici bir şekilde yaşamı temsil etmesinden hem de o yaşamın gerçekliğini araştırmasından geldiğini söylemişti. Wood’a göre kurgu hem yapaylık hem de gerçekçilik içeriyordu ve usta bir yazarın bu olasılıkları bir arada tutması gerekirdi. Kısacası kurguyu “Yaşama en yakın şey” olarak tanımlıyordu. ‘İyi Bir Hayat’ın barındırdığı felsefi meseleleri gerçek hayatı çağrıştırmak için romana kattığını söyleyebiliriz.
Başka yazarlar ve romanlar hakkında kalem oynatmış, hele ki Wood gibi sert yargılarıyla tanınan bir eleştirmenin roman yazması risklidir. Nitekim ‘İyi Bir Hayat’ da pek çok yönden tartışılan bir roman. Özellikle ‘Wood’un kendi eleştiri yazılarında aradığı kurguya uygun olup olmadığı’ yönünden sorgulanıyor. Doğrusu bir başyapıt diyemeyiz ‘İyi Bir Hayat’ için ama teknik açıdan sağlamlığı ve Wood’un roman anlayışını yansıttığı da inkâr edilemez.
‘Kurmaca Nasıl İşler?’de detayların önemini şöyle işaret etmişti: “Bazı yazarlar detayların farkına varmada mütevazı bir yeteneğe sahiptir, bazılarıysa etkileyici bir gözlem gücüne. Edebiyatta, bir yazarın geri duruyor, gücünü ihtiyatlı kullanıyor gibi göründüğü birçok an vardır: Sıradan bir gözlemin ardından olağanüstü bir detay, yapılan gözlemin çarpıcı bir biçimde zenginleştirilmesi gelir. Sanki daha önce yazar, yalnızca ısınma turları atmıştır ve eser şimdi kabak çiçeği gibi açılmaktadır.”
Bu düşüncesini ‘İyi Bir Hayat’ta çok iyi uygulamış; iç ve dış detayları kurmacanın önemli bir silahına çeviriyor ve gerçeklik duygusu yaratmayı başarıyor. Mesela Vanessa’nın küçük bir kasabada konuşlanmış kasvetli evinde her bir ayrıntıyı karakterlerin zihinlerinde olup bitenlerle bir araya getirmiş. Bir anda tek bir detay, bir karakterin düşünce tarzını ya da düşünce yoksunluğu durumunu görmemizi sağlayabiliyor.
Eleştirmen Wood’un, serbest dolaylı üslubun olanakları hakkında ısrar eden düşüncesinin ‘İyi Bir Hayat’taki tezahürü, anlatıcı ses ile karakterlerin sesi arasındaki dinamik ilişkide ortaya konmuş. Anlatı karakter ve anlatıcı arasında sürekli hareket halinde, öyle ki tek bir sahnede iki veya üç karakterin bakış açısı arasında geçiş yaparak onların zihinsel ve ruhsal durumlarını karşıtlıkları içerisinde ortaya koyuyor. Böylelikle yukarıda değindiğim felsefi sorular kadar kişisel sorunlar da -ya da karakter özellikleri de- daha belirgin bir hal alıyor. Cevaplar da var elbette ancak okuyucuyu anlatıcının ya da karakterlerin bakış açısını benimsemek zorunda bırakmamış Wood. O sadece yakın bile olsalar insanların birbirlerinin iç yaşamlarına yabancı olduklarını, sevdiğimiz kişilerin kırılganlığı söz konusu olduğunda savunma ya da suçlama refleksinin önemsizliğini hissettiriyor.