Güncelleme Tarihi:
Dergi ve yayınevi yönetenler, zamanla yarışın anlamını çok iyi bilirler.
Matbaaya teslim tarihi kesindir, derginin zamanında yetişmesi gerekir. Kitap için de öyledir. Hele Nobel Ödülü’nü kazanan kitap söz konusuysa bu hız birkaç katına çıkar. Bir dönem Nobel’li yazarlar dizileri özel ilgi gören kitaplardı.
Ben böyle durumlarda bana yazı getirecek, çeviri getirecek kişinin peşine düşerim. Beklediğim yazı veya çeviri için kimi yazarların, çevirmenlerin gece evine gittiğim, acil telgraf çektiğim, jandarma marifetiyle gazeteye, yayınevine getirttiğim, hatta uçaktan indirip evine geri döndürüp, masasının başına oturmasını beklediğim olmuştu.Çünkü öyle yazılar, öyle kitaplar, öyle çeviriler vardır ki, o isimlerden başkası yazamaz, çeviremezdi.
Altın Kitaplar Yayınevi’nin çıkardığı aylık Yeni Edebiyat dergisini yönettiğim yıllardı. Yazı kurulumuz; Konur Ertop, Hilmi Yavuz ve benden oluşuyordu.
1970’te, Ömer Seyfettin’in ölümünün 50’nci yılı için özel sayı hazırlıyoruz. Elbette asıl yazımızı yazacak isim: Tahir Alangu’ydu (1915-1973).
Tahir Alangu, Ömer Seyfettin hakkında, eşsiz bir kitaba imza atmıştı: ‘Ömer Seyfettin - Ülkücü Bir Yazarın Romanı’. Ömer Seyfettin’i tanımak, edebiyattaki asıl yerini ayrıntılı biçimde öğrenmek isteyenler, YKY etiketiyle yeniden yayımlanan bu kitabı mutlaka okumalı.
Bu özel sayı için bütün yazılar görsel malzeme elimizde hazır; ancak derginin asıl yazısı elimizde değil. Tahir Hoca’dan günlerdir özel sayı için yazı bekliyoruz, aksi takdirde dergi yetişmeyecek.
O zaman, bırakın cep telefonunu her evde bile telefon yok. Dönemin en emin ulaşım yolu telgraf. Mecburen Tahir Alangu’ya “Sayın Hocam, Ömer Seyfettin yazınızı bekliyoruz. Saygılar” diye bir telgraf çektim. Yalnız telgrafın teslim saati için özel bir not koydurmuştum: “Bu telgraf gece 02.00’de teslim edilecek!”
Ertesi sabah saat 09.00’da Altın Kitaplar Yayınevi’ne geldiğimde, Tahir Alangu ile Dr. Turhan Bozkurt sohbet ediyorlardı.
Beni görünce gece yaşananları anlattı.
Meğerse, o gün Tahir Hoca’nın eşi ve iki kızı sömestr tatilini geçirmek için Uludağ’a gitmişler. Gecenin bir yarısı kapı çalınıp, telgraf gelince, Tahir Hoca’nın kaynanası, kızına veya torunlarının başına bir şey geldi diye fenalık geçirmiş. Zavallının aklına bir yazı için telgraf çekileceği gelmemiş tabii ki. Kadıncağızın yüreğine inecekmiş... Tahir Hoca önce fenalık geçiren kaynanasını sakinleştirmiş, en nihayet telgrafın kendisine teslim etmesi gereken yazı için geldiğine ikna etmiş.
Öyle veya böyle bu telgraf sayesinde dergimiz zamanında yayımlandı. Diyebilirim ki, yayınevi ve dergi yöneticiliğini bıraktığım gün yazarlar ve çevirmenler huzur içinde uyumaya başladılar...