Güncelleme Tarihi:
“1971’in Haziran ayı, (Londra) Piccadilly Circus’ta oturuyoruz. Yine Mülkiye’den arkadaşlarım Ahmet Babalıoğlu ve Rüstem Sungur’la beraber. Birdenbire, Londra’nın meşhur gece gazeteleri var, onlardan Evening Stantard’da ‘Türkiye’de polisle çatışan militanlardan biri öldürüldü, biri yaralı olarak ele geçirildi’ yazdığını gördük. İlk haber ‘Hüseyin Cevahir yaralandı, Mahir Çayan öldürüldü’ şeklindeydi. Elimiz ayağımız kesildi. (...) Üçümüzün orada şakır şakır ağladığımızı hatırlıyorum. (...) Tabii ki Mahir Çayan’a da çok üzüldüm ama Hüseyin Cevahir’e daha çok fazla hukukum olduğu için üç kat fazla üzüldüm. Çok ciddi bir travmadır. O zaman demiştim ben ‘ölünceye kadar Dev-Genç’li kalacağım’ diye, galiba kaldım da.”
Türkiye’nin en parlak ve en ‘standart dışı’ gazetecisi Tuğrul Eryılmaz böyle anlatıyor Asu Maro’nun yaptığı nehir söyleşi kitabı ‘Tuğrul Eryılmaz - 68’li ve Gazeteci’ kitabında nasıl ‘devrimci kaldığını’. Radikal İki’de tam 16 yıl birlikte çalıştığım gazetecilik hocam ve şefim Tuğrul Eryılmaz’ın devrimciliği asla sadece siyasi değildi. Siyaseten devrimciydi. Klişelerden, kalıplardan, asık suratlı hayattan, standartlardan, hayatın her alanındaki iktidardan fersah fersah uzak olması asıl devrimciliğiydi. Sözü kendisine bırakalım, ne haddimize Eryılmaz’ı anlatmaya: “Ben kötü bir gazeteci değilim, bunun herkes farkında. Öyle bir şöhretim var, hem iyi hem de kötü: ‘Bu adam iyi gazeteci, hafif deli dolu ama.’ Ben o artık çaresiz kalınınca başvurulan adamlardan oldum hep. ‘Lanet olsun, bari bu gelsin, belli ki yine bu becerecek bunu becerirse denilen.”
Nasıl becerdiğini de kitapta detaylıca anlatıyor. Yıllarca biz öğrencilerine anlattığı gibi: “Gazetecilik anlamında söylüyorum, şu yaşıma geldim, ‘Sen kendi yediğin halta bak’ cümlesini çok az duymuşumdur. (...) Gazetecilik denen lanet şeyin evrensel kuralları vardır. Bu Suudi Arabistan’da da aynı olmalı, Amerika’da da, Fransa’da da, Türkiye’de de kardeşim. Atla deve de değil yani, belli kuralları var işin. Bir kliğin, bir grubun, bir cemaatin, bir partinin adamı olmayacaksın. Olacaksan o işi yapma. En iyi bildiğim şey de gazetecinin tüm iktidarlara karşı bireylerin ve farklı toplulukların yanında olması evrensel ilkesini hiç aklımdan çıkarmadığımdır.”
‘68’li ve Gazeteci’, 1946’da içki uzmanı Rıza Bey’le ev kadını Nebahat Hanım’ın İstanbul’da doğan ilk çocukları Tuğrul Eryılmaz’ın 70 yıllık hayatının hikâyesi. Asu Maro’nun nefis bir kurguyla kotardığı kitap Eryılmaz’ın kalıplara sığmayan hayatına odaklanırken, aynı zamanda memlekette nasıl gazetecilik yapılır ya da yapılmazı gösteriyor ve Türkiye’nin 70 yıllık siyasi ve sosyal değişimine de tanıklık ettiriyor. Diyarbakır’da başlayan çocukluktan İzmir’deki kolejli solist Tuğrul’a, Mülkiye’de danslara da giden, gençlik hareketinin de içinde olan genç adama, Londra’da bambaşka bir dünya olduğunu keşfeden delikanlıya, TRT’deki dış haberci adama, Ankara Basın Yayın’daki akademisyene, ‘Nokta’yı ‘Nokta’ yapan taze gazeteciye, ‘Sokak’ dergisini beş parasız kuran ‘çılgın’a, sekter solcularla bir türlü anlaşamayan ‘Yeni Gündem’in yayın yönetmenine, ‘Radikal İki’yi sıfırdan tasarlayıp okurların yapan ‘duayen’ gazeteciye, 10 yaşındaki bir çocuğu evlat edinen ve beni sevsin diye yırtınan babaya birçok farklı Tuğrul Eryılmaz var. Tüm eğlencesi, huysuzluğu, müşkülpesentliği, farklı bakışı, şahane deliliği ve elbette çıngıraklı yılan diliyle… Ay çok pardon Tuğrul Bey…
PS: Tuğrul Bey, vallahi sizin öğrettiğiniz gibi Anglosakson stili yazdım ve billahi hayatımda en zor yazdığım yazıydı.
TUĞRUL ERYILMAZ - 68’Lİ VE Gazeteci
Asu Maro
İletişim Yayınevi, 2018
264 sayfa, 29 TL.