Güncelleme Tarihi:
Bir önceki çalışmaları ‘Jane Austen ve Adab-ı Muaşeret’te; ölümünün 200’üncü yıldönümünde Jane Austen’ın peşine takılıp 18. yüzyıl İngiliz taşrasının adab-ı muaşeret kurallarından günümüzün popüler kültürüne uzanmıştı edebiyat eleştirmenleri Özgür Çiçek ile Irmak Ertuna Howison. Bu kez, gelmiş geçmiş en meşhur, ismi handiyse ‘kâğıt mendil’ yerine kullanılan ‘selpak’ gibi, tüm korkutucu mahlukat ya da vukuatın genel geçer adı olagelmiş ‘Frankenstein’ın 200’üncü yaşı vesilesiyle, ‘canavar’ın izini sürüyorlar. Bir anlamda, İngiliz yazar Mary Shelly’nin yarattığı ‘çılgın’ bilim adamı Victor Frankenstein ve onun elleriyle yarattığı mahlukun edebi ‘alt-üst soy bilgileri’ni seriyorlar önümüze.
Özgür Çiçek ve Irmak Ertuna Howison, evvelki kitaplarındakini aratmayan muzip bir dil kullanarak, okuru bir sürü farklı sokağa sokup çıkardıkları bir yolculuk kurgulamış, Frankenstein’ın peşinde. Bu yolculukta Mary Shelly’in kendi yaratım öyküsünden detaylar da var, ceset parçalarından yaratıldıktan sonra ‘babası’ tarafından terk edilen ve çaresizce ‘kötüleşen’ öksüz canavarın sevgi arayışı da insanın doğaya meydan okuyuşunun popüler kültürden örnekleri de... Öyle ki ‘Aşk-ı Memnu’ya, ‘Game of Thrones’a, ‘Star Wars’a, ‘Gulyabani’ye uğrayan bir yolculuk bu. Tabii ‘Frankenstein’ öyküsünün sinema ve plastik sanatlardaki farklı temsillerini de es
geçmiyor ikili.
Yazarlar kitaba; eseri 1817’de, henüz 20’sindeyken tamamlayan Mary Shelly’in ailevi ve hayat koşullarından detaylar vererek giriyor. Yazarının; zaman içinde kültleşen bu gotik-bilimkurgu eserinin başkarakteri olan canavardan, kitabın 1831 tarihli önsözünde ‘korkunç evladım’ diye bahsettiğine dikkat kesiliyoruz; fikrin Shelly’nin aklına İsviçre’de yağmurlu ve karanlık yaz gecelerinde düştüğünü öğreniyoruz örneğin. Popüler kültür ve edebiyat dünyasının ‘ucube’ yaratılarından örnekleri anımsıyor, romanın -daha doğrusu bilim adamı Victor’un- kadınlarını da yazarların rehberliğinde incelemeye alıyoruz. ‘Frankenstein’ın kadın karakterlerinin ortak özelliği ne dersiniz? Hemen hepsi adalet sistemi ve din tarafından mağdur edilmiş, Çiçek ve Howison’ın tabiriyle “feleğin sillesini yemiş” kadınlar. Ama aynı zamanda sevgi dolu ve şefkatliler. Keza Dr. Frankenstein’ın yaratığının da dünyaya geldiği andan itibaren en çok istediği şey sevmek, sevilmek, kabul ve şefkat görmek. Yok yani ömür boyu, bir tatlı huzur peşinde olan biz fanilerden bir farkı! Lakin başta yaratıcısı, yani ‘babası’ Dr. Frankenstein olmak üzere, kimseden göremez beklediği şefkati gariban canavar. Çiçek ve Howison, Mary Shelly’nin dünyaya geldikten birkaç gün sonra kendi annesi Mary Wollstonecraft’ı; kendi doğurduğu iki çocuğu da henüz yeni doğarken kaybetmiş olmasının romandaki ‘annesizlik’ vurgusuna sebep olabileceği gibi isabetli tespitlerde bulunuyor.
Çalışmanın en ilgi çekici yönlerinden biri, gotik ve bilimkurgu sularında seyreden ‘Frankenstein’ı, -romandaki doğa tasvirleri ve Victor’un giriştiği yoktan var etme sürecini göz önüne alarak- aynı zamanda romantizm akımının en önemli eserlerinden biri olarak ele alması. Kitabın; yaratığın ‘öteki’ olarak konumu üzerine fikir fırtınaları yaptığı bölümü ise ‘sömürgeleştirme-isyan’ ekseninde Frankenstein’ı tekrar düşünmemize, Mary Shelley’nin zekice kalemini saygıyla selamlamamıza vesile olacak cinsten.
İnsan elinden çıkan yapay zekânın dünyanın ve insanlığın gidişatını nasıl değiştireceği, yapay zekânın hukuki hakları, duyguları gibi meselelerin gündemde olduğu bugünden tam 200 sene evvel yazılan ‘Frankenstein’a etraflıca bir bakış atan bir
çalışma, ‘Babam Sağ Olsun’.