Güncelleme Tarihi:
Ali Akay’ın Foucault metni ‘Deliliğin Tarihi’nin katmanlarında iz sürdüğü yeni kitabı ‘Delilik Gemisi’, bir noktasında kaçınılmaz olarak yönetmen David Lynch’i akla getiriyor. Foucault’nun, rüyayı anlamlandırma çabalarının tarihine yönelik duruşunu konu alan ‘Travma ve Varoluş: Deliler Festivali’ bölümünde, rüyanın anlaşılmaya direnen yapısından bahsedilirken neredeyse Lynch sinemasını tanımlayan cümleler ortaya çıkıyor: “Hakikat aydınlıktan değil, karanlıktan çıkacak” ve “Rüya hem anlam göstermekte hem de bize ihanet etmekte”...
Aslında ‘Delilik Gemisi’nin hatlarından birinde de sinemaya referanslar yer alıyor. ‘Yurttaş Kane’, James Bond kötüleri, Méliès, etki alanları farklı da olsa ‘Delilik Gemisi’ndeki düşünce akışının ayrılmaz parçalarını oluşturuyor. Tüm bunlara ek olarak göstergeleri referanslarından ayıran, bildik hikâye gelişim çizgisine hiçbir şey borçlu olmayan Lynch sineması ile Akay’ın, Foucault metni üzerinden çıktığı yol arasında bir paralellik kurmak da mümkün. Tanıdık olanın altını oyan, ancak bunu yaparken onu bağlamından koparmak gibi bir amacın peşine düşmeyen bir yaklaşım bu.
Akay’ın, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde 2017’nin ikinci sömestrinde verdiği derslerden oluşan ‘Delilik Gemisi’, biraz da bu özelliğinin etkisiyle sürekli çatallanan bir örgüye sahip. Yer yer, söz alan öğrenciler sundukları yeni örneklerle konuya farklı açılımlar getiriyor. Ancak Akay’ın sanat, edebiyat, sinema, din, felsefe tarihi gibi alanlar arasında çıktığı yolculuk, kitabın genel yapısında daha belirleyici bir yere sahip. Basit çağrışımlardan daha çok, söz konusu alanlardaki çeşitli unsurların soyağaçlarındaki kesişmelerle akan bu çizgi, teorinin de imkânlarını hatırlatıyor. Kitap, arka kapağındaki Kurtul Gülenç imzalı değerlendirmeyi doğruluyor, Akay’ın metni, ‘Deliliğin Tarihi’nin standartlaşmış okumasının sınırlarını alt ediyor. İktidar kavramına dair çıkarımlarda Foucault ismine neredeyse kısa yol gibi yaklaşan sayısız metinden sonra Akay, düşünürün sunduğu çerçevenin ayrıntılarına bir kez daha dikkat çekiyor.
‘Deliliğin Tarihi’nin ilk bölümüne adını veren Sebastian Brant imzalı 15. yüzyıl hicvi Stutifera Navis ile edebiyat ve sanat tarihinde ‘deliler gemisi’ mecazına dair diğer örnekler, Akay’ın ders notlarının da odağını oluşturuyor. Ancak bu, metnin tüm gizini çözmemizde yarar sağlayacak bir anahtar değil. Aklı ‘kaçık’ olanı diğer toplumdışı olanlarla bir gemiye doldurup şehir sınırlarının dışında hapseden, ancak belirsizlik çağrışımı yüklü nehirde yüzer halde resmeden bu imge geçişli yapısıyla aksine bu gizi sürekli diri tutuyor. Aziz Francesco’nun isyanının siyasi niteliği, ‘Hair’ müzikalindeki teolojik yankılar, D.H. Lawrence’ın din tarihine getirdiği bireysellik-kolektiflik eksenindeki yaklaşımı ve psikanalizin soyağacında günah çıkarma pratiğinin yeri, dönem kabullerinin altından zemini kaydırıyor. Deliliğe hem kutsiyet hem de tam tersini atfeden ortaçağ düşüncesine yönelik kabullerin sarsılmasının etkilerinin ucu, bugünün dünyasında bilgiye karşı alınan siyasi mesafeye kadar gidiyor.