Güncelleme Tarihi:
20’nci yüzyılın başında Amerikalı avangart yazar, şair ve oyun yazarı Gertrude Stein, fotoğraf fikrinden etkilenerek ‘Ne Oldu’ isimli oyununu yazdığında fotoğraf ile tiyatro arasında bir benzerlik kuruyordu. Beş perdeyi neredeyse beş sayfaya sığdırdığı oyununda şöyle diyordu Stein, “[…] böylesi bir düzeni hazır eden geçici olan bir şey için.” Fotoğraf çekmek için yan yana gelen insanların flaş patladıktan sonra dağılmaları gibi tiyatronun da temsil bittikten sonra dağılmasını yan yana getirerek iki temsil fikri üzerinden geçicilik/kalıcılık kavramlarını tartışmaya açıyordu. Tiyatro yazınında kurduğu özel dil ile alışılagelmiş tiyatronun olmazsa olmazlarını tartışmaya açarken 20’nci yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkacak birçok deneysel tiyatro uygulamasına da ilham olur. Hatta diyebiliriz ki tekrarlar üzerinden dilin sesine ve plastiğine odaklanarak ‘şimdiye’ konumlandırdığı oyun fikriyle performansın yolunu açan isimlerden de biri olur. İsterim ki listenin en başına koyalım adını. Şimdi bir yüzyıl ileriye gittiğimizde bir örnek daha çıkıyor karşımıza. Değinelim.
DasDas, İO Uluslararası Tiyatro Festivali’nin hazırlığı içinde. Detayları gelecek pek yakında. Festival gösterimleri önceden başladı bile, ısınma turu mahiyetinde diyelim. Belçika’dan görsel sanatçı, performansçı ve sahne tasarımcısı Charlotte Bouckaert, ‘11 Saniye’ isimli oyunuyla festivalin habercisi oldu. 2-3 Aralık tarihlerinde DasDas’taydı. Charlotte yukarıda değindiğim gibi fotoğraf fikrinden etkilenen, fotoğrafın doğasına ve imgeye odaklanan bir performans sanatçısı. ‘11 Saniye’ ise sanatçının müze ziyaretçilerinin bir sanat eseri karşısında geçirdiği ortalama süreden yola çıkarak oluşturulmuş bir konsept. Bir sanat eserini alımlama fikrinden yola çıkarak fotoğraftaki imge oluşumuna odaklanıyor. Charlotte Bouckaert, sahneye konumlandırdığı masanın üzerinde kameranın altına yerleştirdiği bir fotoğrafın manipülasyonuna girişiyor ve biz bu süreci masanın arkasındaki dev ekrandan izliyoruz. Masadaki fotoğraf New York’taki Guggenheim Müzesi’nin dıştan görünüşü. Müzenin önünde gelip geçen insanlar. Charlotte Bouckaert masanın üzerindeki fotoğrafı manipüle ederken biz bu sürece ‘bir performans’ olarak seyirci oluyoruz.
İki yüzyıl başı, fotoğraftan etkilenen iki sanatçı; biri tiyatroyu tanımlıyor diğeri performansı. Şimdi bu fikri detaylandırırken Charlotte Bouckaert’e kulak verelim.
Gertrude Stein'ın ‘Ne Oldu’ adlı oyunu tiyatro ve fotoğraf fikrini ‘geçicilik’ açısından ele alır, fotoğraf ve performans fikrini siz nasıl ele alıyorsunuz?
Fotoğrafçılık eğitimimi 15 yıl önce tamamladım. Fotoğrafın sabit ve değiştirilemez bir ana hapsolmasına karşı çıkmaya da o zamanlar başladım. Belirsizlikten beslenmek, nerede biteceğini bilmediğim, değişim olasılığı dahilinde bir şeyler yapmak daha çok ilgimi çekiyordu. Çalışmalarım sezgisel bir şekilde başlıyor ve gelişiyor. Brüksel'de a. pass’te performans ve sahne tasarımı üzerine yüksek lisans çalışmaları yaptım. Ayrıca tiyatro okullarının giriş sınavlarına girdim. Kabul edilmedim ama fotoğraf sanatını tiyatro sahnesinde kullanarak kendi yolumu çizmeye başladım. Benim için black box sahne, resimlerin geliştirildiği bir analog ortam (kırmızı oda). Fotoğraf ve performans arasında pek çok çelişki var (sabit ve hareketli, geçmiş ve şimdiki zaman, temsil ve sunum). Asıl sorum şu, nasıl azaltılabilirler? Statik bir görüntünün performatif olasılıkları nelerdir?
Sizi masanın üzerinde manipüle ettiğiniz fotoğrafa götüren ilk imge nedir?
Birkaç yıl önce, bir araştırmaya göre müzelerde bir sanat eserine ortalama 11 saniye baktığımızı öğrendim. Bu veri bana ilham verdi. Kronometre ile zaman tutarak 11 saniyelik çizimler yapmaya başladım. Yeni performansımı düşünürken ‘1 saat sadece 1 fotoğraf izlettirebilir miyim?’ sorusuyla yola çıktım. Bir rezidans sırasında deniz kenarındaki bir evin fotoğrafını kullandım. İhtiyacım olan bu değildi. Google'da 'dünyanın en ünlü müzesi' diye arattım, Guggenheim'ı buldum tabii ki. Sonra Guggenheim üzerine bir araştırma yaptım ve karşıma çıkan görüntüyle aramda hemen bir bağ oluştu. Bir açık hava fotoğrafı olması ve fotoğrafta bankın üzerinde oturan biri olması beni etkilemişti, bana Rodin’in düşünen adam heykelini hatırlattı.
Masadaki fotoğrafa, önce tek bir imge olarak, sonra ise fotoğraftan kesip çıkardıklarınızla, fotoğrafa yakınlaşıp uzaklaştıkça ve diğer görsel öğelere odaklandıkça seçilen tüm imgelerin oluşturduğu bir koleksiyon olarak odaklanıyorsunuz. Bu fotoğraf sizin için ne ifade ediyor?
Daha önce de söylediğim gibi, internetten bulunmuş sıradan bir fotoğraf. Tabii ki şimdi onunla aramda bir ilişki var. Amerika'daki bir fotoğrafçının eseri, ajansıyla temasa geçtik ve fotoğrafın haklarını birkaç yıl boyunca performatif/teatral bir bağlamda kullanmak üzere satın aldık. Gösteriden sonra fotoğrafları atmıyorum. Onları saklamayı seviyorum. Gösterinin sonunda Guggenheim'ın bir bölümünü tırnağımla kazıyorum. Şimdi 2 santimetre delikleri olan bir yığın fotoğrafım var.
Performansın sonuna doğru projeksiyon ekranının önüne ‘Muse’ ve ‘Use’ alternatifleriyle ‘Museum’ yazan tabelalar yerleştiriyorsunuz, bu tabelaları arkalarındaki ekranda gördüğümüz ana görüntü ile nasıl ilişkilendiriyorsunuz?
Bölümlere ayırdığınızda kelimelerin farklı anlamlar kazanmasını seviyorum. 'Müze' (Museum) kelimesi mesela, içinde ‘kullanım’ (use) ve ‘ilham perisi’ (muse) kelimelerini barındırıyor. Bir performansım sırasında, sahneye derinlik katmak adına harfleri farklı tripodlara yerleştirdim. Ayrıca dijital fotoğrafçılıkta kullanılan bir tür kırpma ya da seçme tekniğiyle Guggenheim'ın önünde duran insanları ana hatlarıyla göstermek istedim. Bu insanları panolara ayrı ayrı yansıtmak o sahneye çok yakıştı. Gösteride ışık değiştiğinde, panolara yansıtılan insanları yavaş yavaş görüyorsunuz.
İnsan fotoğrafları hakkında bir şeyler söylemek istedim. Sanatçı Boltanski, fotoğrafın onun için ne anlama geldiğini çok iyi anlatıyor. Fotoğraftaki insanları merak ediyordum. Gösteri sırasında onlara bakıyoruz, onlar hakkında hiçbir fikrimiz yok ve bir yandan da belki teyzemize, abimize benziyorlar. Belki birkaç şaka biliyorlar, belki aşkın nasıl bir şey olduğunu biliyorlar, belki de ölmüşler. Gösteri Boltanski'nin şu sözleriyle sona eriyor: “İnsan iki kez ölür, ilk olarak öldüğünde ölür sonra biri fotoğrafını görüp de kim olduğunu hatırlamadığında bir kez daha ölür.”
Peki ya dinlediğimiz dış sesler? Bu buluntu konuşma bölümleri bir metin oluşturuyor mu? Fotoğraf ve metin arasındaki bağlantıları nasıl görüyorsunuz?
Tüm sesler internetten bulundu; Malevich’in ‘Siyah Kare’si ve Rodin’in ‘Düşünen Adam’ı hakkındaki tartışmalardan tutun da Woody Allen’ın 'Manhattan' filminden bir alıntıya (Diane Keaton ile bir sergi hakkında konuşuyorlar) ve bir İngilizce kursunda üç kadının hava durumu ve sahile gitmeyi konuşmasına kadar. Fotoğrafla yola çıktım. Onunla oynamak; kesmek, bulanıklaştırmak, Guggenheim'dan bir tekne yapmak, Guggenheim'a çıplak bir kadın yerleştirmek, nasıl bir metnin duyulabileceği konusunda hayal kurmamı sağladı. Tesadüfleri gözünde büyütemezsin bence, kendiliğinden ortaya çıkan olasılıkların birleşimidir. Ses ve görüntü için de durum budur.
Gösterinin sonunda, tüm isimleri ve referansları film jeneriği şeklinde sıraladığımı görüyorsunuz. Sanata bir tür övgü. Gösteriyi yaparken kendimize şu soruyu sorduk: Ses bandında hangi sanatçıdan söz edildiğini insanlara söylememiz gerekiyor mu? Jenerik kullanımı bunu göstere göstere yapmadan belirtmenin bir yolu.
‘BİR OYUN HER AKŞAM ZAMANI YENİDEN KEŞFEDER’
Bir performans üzerine çalışırken size en çok ilham veren isimlerden bahsedebilir misiniz?
İşlerimde o sıradan fotoğraf gibi çok anlamlı olmayan basit bir şeyden başlamak benim için önemli. Bakış açımızı genişleten mütevazı hareketlerle. Sanatçıları düşündüğümde, Calder'i, Benjamin Verdonck'ı, Joëlle Tuerlinckx'i düşünüyorum... Bir sonraki performansım natürmort hakkında olacak (bir resmi hareket ettirmek yerine, statik nesneleri hareket ettirmek). O iş için Cézanne'a, Morandi'ye, Picasso'ya, Matisse'e bakıyorum. Mesele ne hakkında olduğu değil, daha çok çok nasıl olduğu. Estetik sorularını araştırmak için natürmort temasını kullandılar.
Başka hangi ilham kaynaklarından bahsedebilirsiniz?
Çoğunlukla yazarlardan ilham alıyorum. Mesela John Berger, ‘Görme Biçimleri’.
Fotoğrafta ve performansta zaman hakkında nasıl düşündüğümü anlatmak için John Berger'den bir alıntıyı yorumluyorum.
“Bir fotoğraf zamanı durdurur
Bir resim zamanı kapsar
Bir oyun her akşam zamanı yeniden keşfeder.”
Fotoğraf sanatından pek ilham almıyorum. Belki de Diane Arbus bahsedebileceğim tek kişi, Diane Arbus'un gösteride yer almasından memnunum, fotoğraftan bahsediyor, bunu yaparak insanlardan ve hayattan bahsediyor (bkz. Masters of Photography belgeseli, 1972) Mesela gösteride geçen bir cümle var "Herkesin bir yöne bakma ihtiyacı vardır ama başka bir yöne bakarak görünür olurlar.”
‘11 Saniye'de sanat ve gerçeklik ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Seyircinin bunu nasıl gördüğünü hayal ediyorsunuz?
Bir süre sonra dramaturgum bana, eserin insanların sanat hakkında anlamlı bir şeyler söylemeye çalıştıkları bir gösteriye dönüştüğünü söyledi. Malevich'in siyah karesini yorumlamaya çalışan insanları duyduğumuzda, eserin ne anlama geldiğini formüle etmeye çalıştıklarına şahit oluruz. Ama asla gerçekten başarılı olamayız. Ve sanatın buna ihtiyacı var. Kelimelerle açıklayabiliyorsak boyamaya gerek yok demektir.
Gösteriyi izlerken koltuklarımızda rahat bir şekilde oturuyoruz; Fotoğraf, masa ve ekranın etrafında dolaşsak ne değişirdi?
Elbette başka parametreler de var. Giren ve çıkan insanlar, sonra dramaturji ve kullanılan araçlar, hepsi birbirinden çok farklı. Performans gerçekleştikten sonra, ortaya çıkan eseri yeniden düşünmek kolay değil. Denedim, ancak bazı teknik sorunlar işi zorlaştırıyor. Bazı sahneleri yaratabilmek için karanlık bir alana, farklı özel ışıklara ihtiyacım var... Öte yandan, gösteriden sonra insanların sanki yeterince izlememiş gibi, masaya, fotoğrafa bakmaya geldiğini görmek güzel.
Görüntüyü manuel olarak değil de dijital olarak manipüle ediyor olsaydınız, argümanınız/deneyiniz nasıl gelişirdi?
Bilgisayarımın başına oturmak ve gece hissiyatı vermek adına mavi renk dengesiyle oynamak istemiyorum. Bu tarz değişikliklerin, ayarların sonu gelmez. Kameranın önüne bir mavi ışık filtresi koymak ve ışık vermek çok daha kolay. Mesela Malevich'in karesinin kesimini yaparken, kesmeden önce kâğıt üstünde kareyi yapmaya çalışan kalemimi görüyorsunuz. Bu küçük şeyler -nasıl desek- tamamen önemsiz gözüken şeyler, benim için çok büyük bir fark yaratıyor.
Röportajı çeviren: Emre Denizoğlu