Güncelleme Tarihi:
İkiniz de müzikle ilgilenen ama profesyonel mesleği müzik olmayan insanlarsınız. Biriniz tasarımcı, diğeriniz yayıncı. Sizin Volkan, Fiti ve Seçkin olarak müzik yapmak adına bir araya gelmeniz nasıl oldu?
Fiti: Biz başka müzikal meseleler nedeniyle 2009-2010 gibi tanıştık Volkan’la. Birbirimizi tanır tanımaz o anda yaptığımız şeyler dışında da daha bize ait bir şeyler yapalım keşke dedik ama uzun süre bir türlü yapamadık. Sonra Volkan’la, ‘Canlı ama tam değil’ ismiyle, konser de denilemeyecek tuhaf birkaç performans yaptık. Sonra bu işi daha doğru düzgün ele alalım diye düşünüp, 4 Haziran 2016’da Kırkbinsinek’le beraber bir gece yapmak için Peyote programına dahil olduk. Gün belliydi ama ne çalacağımızı bilmiyorduk. Çünkü daha önce çaldığımız şeyleri çalmak istemiyorduk. Bir hafta kapandık dokuz-on şarkı yaptık, o süreçte Seçkin de provalara gidip gelmeye başladı ve üç kişi olduk. İlk önce ismimiz Vesvese idi; ancak akabinde müzikal yolculuğumuzda bir şekilde kesişme ihtimali olan başka bir ekiple adaş olduğumuzu ve onların bu ismi daha önceden ve halen pek çok projelerinde kullandıklarını fark ettik; ismi değiştirmemiz gerekti ve Vesvese ismini Debdebe yaptık. Bunun da kendi içimizde bir esprisi oldu tabi, vesvese şeytanın kulağa fısıldadığı şey demekti debdebe hay huy gürültü demek. Fısıltıdan gürültüye yolculuğumuz bu şekilde başladı.
Seçkin: İkimizin de mesleği müzik değil ama Debdede’nin üçüncü ayağı, şu an bu mülakatta bulunamayan Volkan (İncüvez) profesyonel bir müzisyen. O hayatını müzikle sürdürüyor. İsim değişimiyle gelen bu “fısıltıdan gürültüye” cümlesi bir şekilde yaptığımız müziği de karşıladı; çünkü sadece dans ediyoruz sadece şunu yapıyoruz sadece şu tarzı benimsiyoruz gibi bir şeyden ziyade o an fısıldamak gerekiyorsa fısıldamak ama o fısıltıların gürültülerle sonuçlandığı ya da gürültülerle başlayıp fısıltıya düşüp sakinliğe evrilen duygu salınımlı ve hemhal bir müzikal üretimimiz var. O yüzden “fısıltıdan gürültüye,” siz ne tür müzik yapıyorsunuz sorusunun bizdeki hissine tercüme bir alt cümle oluyor.
Bir tanımını yapmak istersek sizin işin bir kategorisi var mı?
Fiti: Hoşumuza gidiyor olmaması, yok. Ama bir yandan da kendimizi burada bile anlatırken, ki burada yüz yüzeyiz, uzun cümleler kurabiliriz, biraz zorluk oluşturuyor yokluk; yeni mecralara açılırken, tanıtırkenki zorluğu siz düşünün. Dolayısıyla biz önce müziğin tam olarak türsüzlüğünü vurgulamak için ‘elektro eklektik’ dedik olmayan tarzımıza.
Seçkin: Volkan’dan alıntılarsak, “Müzikte tarz diye bir şey yoktur bunların olması endüstri standartıdır. Müzikte tavır vardır. Enstrümanla kurduğun çalma biçimi de tavra dair bir şeydir” diye çok güzel anlatır o bunu. Evet biz birtakım tarzları biliyor, dinliyor, öykünüyor, anıyoruz, bunlarla yaşıyoruz ama yan yana gelişimizde önemli olan şey şarkı üretme biçimimiz, yani nasıl bir tavırla müzik yaptığımız ki bu türsüzlük tam da tavrımızın bir parçası. Hudutları olmayan ve hikâyenin en başında da tek hududu bir hafta sonra çalacağın konser olan bir zemin. Belirleyeni olmayan, daha doğrusu sadece biz olan ve bugün de o gün gibi, ‘Faz’ isimli altı şarkılık kaydımızda da dinlenebileceği üzere altı ayrı telde çalan bir halimiz var. Bu hali birleştiren yegâne şey, hepsinde ortak olan şey, üç müzisyenin sahneye getirdiği kendi zihinleri ve kendi enstrümanları. O enstrümanlar da synthesizerlar, davul makineleri, Volkan’ın çaldığı perdeli ve perdesiz gitarlar, çağlama ve vokaller.
‘ŞEHRİN RİTİMLERİ, KESİŞİMLERİ, MELEZLEŞMELERİ...’
Bu bir nevi coğrafyasızlık yaratıyor size bu durum sanırım.
Seçkin: Volkan yine güzel tarif ediyor. Diyor ki “Nasıl biz burada, İstanbul’un Beyoğlusunda yaşıyoruz, nasıl ‘İstanbul beyazdır’ gibi tek bir şeyle tarif edemezsen, nasıl şehir halinin ritimleri, kopuşları, tekrarları, kesişimleri ve melezleşmeleri varsa müziğimizde de öyle bir hal oluşuyor, öyle bir halin sesi çıkıyor.” Bu beni de tatmin eden bir açıklama.
Fiti: Mültecilik, göçmenlik meselesinde nasıl entegrasyona karşıysak; yani bir arada olmaya varız ama entegre olmak bir şeyi başka bir şeyin içine zorla sokmak ya da asimile etmenin kibarca söylenmiş versiyonu, müziğimizde de entegrasyona dair bir şey yok. Müzikte son 15 yıldır ‘fusion’ diye çok popüler bir şey var. Yani mesela buranın sufi ezgilerini ‘drum and bass’ ile bir araya getirmek. İşte bizim öyle iç içe sokmak gibi derdimiz yok. Biz her birinin ayrı ayrı duyulduğu ikisinin de kendini koruduğu, birlikte çalındığı ama iç içe girmeye zorlanmadığı bir tavır almaya çalışıyoruz. Niyetimiz hep buydu. Bizim yaptığımız müziğe benzer müzikler, yani elektronik kısmı olan, bir yandan da vokal ve canlı enstrümanın da olduğu müziklerde genelde daha otantik bir ezgi seçilip onun arkası batılılaştırılır. Bizde tersinden işliyor; ben daha batılı bir beat yazıyorum, elbette içinde ister istemez vardır buralı bir şeyler, Volkan ve Seçkin o yaptığım beat’in üstüne kendilerini koyuyorlar. Böylece tersinden gittiğimiz için de ‘fusion’ olmaması gayreti sanırım gerçekleşiyor.
Konserlerde her şey daha organik olarak sahnede üretiliyor. Kayda geçtiğinizde nasıl belirlediniz o hattı?
Fiti: Şarkıların en optimum hallerini düşündük. Çaldığımız ve hepimizin birden meftun olduğu hali neydi? Ona en yakın düzenlemeleri korumaya çalıştık. Ama sahnede sadece bir gitar olduğu için, bir Seçkin, bir Volkan olduğu için ve benim elimdeki enstrümanlar da sınırlı olduğu için onlara temel yapıyı bozmayacak yeni katmanlar ekledik sadece. Zaten biz 2017’de kaydettik vokalleri, gitarları vs. Ama benim miksi bitirebilmem 2019’un nisanını buldu. Hem sahnedeki canlı yapılıyormuş hissini korumak istedik ama madem ki bir stüdyo albümü yapıyoruz, stüdyo albümcülüğünün imkânlarından faydalanmış versiyonunu nasıl yaparız, diye düşündük. Altı şarkı kaydettik. Sahnede 20’ye yakın şarkı çalıyoruz. Bir kısmı cover ya da biz onlara daha çok tavır diyebiliriz de, mesela ‘Guns of Brixton’ çalıyoruz, seviyoruz da çalmayı, orijinal versiyonundan uzaklaşıyor, yakınlaşıyoruz, ama sırf onu dijitalde yayınlamak için gireceğimiz telif yüküne girmemek için en bize ait şarkıları ve en birbirine benzemeyen şarkıları seçtik.
Önce sözler mi yoksa tavır mı?
Fiti: Biz kendi aramızda da işleri doğrudan paylaşmış değiliz. Ben Volkan kadar iyi gitar çalamıyorum ya da Seçkin’in ivediliğinde söz yazamıyorum ama herkes birbirinin işini de yapıyor. Sözleri de beraber yazmaya çalışıyoruz Volkan’ın melodilerine de benim yaptığım beatin son halinin ne olacağına da beraber karar veriyoruz. O yüzden sözlerdeki tavrı müziğin tavrından ayrı tutamayacağız.
Seçkin: Oradaki bir nokta yine “Nasıl başladık, şimdi ne yapıyoruz?” hudutsuzluğu içinde akıyor. En başta poetik eşliklerdi sözler, söz bağımlı olmasın istedik şarkılar ki sahne şarkılarımızın çoğunda söz yok, 14 şarkı çalıyorsak bunlarda yarı yarıya denge söz konusu. Ancak bu söze bağımlı olmama, şarkıdaki söz ağırlığı arttırmama halinden birlikte vakit geçirdikçe, karşılaşmalar yaşadıkça, zihindeki kayıtlı sesler yollarını açtıkça bu basit vokal melodisi üzerine düz eşliklere kafiye oyunlarını seven, hip hopa öykünen uzun bölümler, alışılmış anlamda şarkı söylemeler de eklenmeye başladı. Yeniden dokunmak istediğimiz, haddimizi aşmazsak tavrımızla icra etmek istediğimiz şarkılarda oldu. Mesela Sanatatak’ın Neşet Ertaş gecesi için iki şarkıyı çalıştık. Bu tavır ona oluyor mu olmuyor mu dinleyicinin takdiri tabii. Ya da kayıt altına aldığımız, ‘Faz’ albümünde mevcut bir iki şarkıda da bu hal gözlenebilir. Nakaratlarının girişi aslında şarkının oluşma aşamasından sonra gerçekleşmiş, dinlemenin/söylemenin akabinde burası bir şey istiyor, bir çığlık, yükseliş, kopuş istiyor ya da tekrar istiyor hissiyle oluşmuş bir durum. Peki sözler ne anlatıyor? Buna dair hap ya da formül bir yanıtım yok.
Politik bir duruşunuz var, bu sizin hayata bakış açınızla da ilgili.
Seçkin: İster istemez var. Çünkü yapan insanların bir tavrı var. O tavır dışında bir şey çıkmasını bekleyemezsin. Şu söylenebilir tabii ki didaktik değiller, doğrudan değiller ama onunla birlikte ne anlatmak istiyorsa üretenlerinin politik tavrından/tutumundan dolayı asla cinsiyetçi yahut milliyetçi olamazlar mesela. Genel hikâyeler anlatan sözler. Tabii bu ‘genel’in içine pek çok özel bir yerden giriyor, ister istemez içe ve dışa referansları var. İçe doğru olanları biz biliriz. Burada kaygımız içe doğruyken ille şu anda kendimle ilgili bir şey söylüyorum diye kulağa batmasın, dışa doğruyken de ukalalık, indirgemecilik yapmasın ama bir taraftan da biri duyduğu zaman “Ha bunu biliyorum” diyebilsin.
Fiti: Son zamanların hardcore kapitalizm lafı var ya “Ancak en zayıf halkan kadar güçlüsün” aslında bizim birlikte duruşumuz bunun anti-tezi gibi. Hiçbir zaman sahnedeki en zayıfımız kadar güçsüz olmuyoruz. Güçlülükten kastım demi tutarken, demden biri düşse bile hâlâ o en düşük demi tutandan daha yüksek bir yerde demi tutabiliyoruz. Bu bize özgü bir şey değil, aslında muhtemelen severek müzik yapan, kendi müziğini yapan tüm müzisyenlerin bir araya geldiğinde olan şeyden bahsediyorum. Zaten en zayıf halka vurgusunu deme geçebilmek için yaptım. Volkan’ın hem akademik hem de icra anlamındaki müzikal bilgisi bizden fersah fersah yukarıda, o başka bir klasmanda bir müzisyen; ama genelde bu tür müzisyenlerle bir araya gelindiğinde, ne kadar iyi insanlar olursa olsunlar o aradaki fark beraber güzel bir şey yapamamaya sebep olur. Volkan çok kalendermeşrep biri, sahnede her daim sonsuz alanı varken çok alan kaplamaktan, çok karmaşık sololar, virtüozluk dolu şeylerden hoşlanmıyor. Set karışık, gürültü dolu ama birçok zaman Volkan orada beraberce yapabileceğimiz bir şey duyuyor ve ilerleyebiliyoruz. Volkan’ın her daim öğrenmeye açıklığı da bizi var eden temel unsurlardan.
ÖMÜR’ÜN EMANETİ ÇAĞLAMA...
Peki Ömür Kılıçaslan ve çağlama tanımayanlar için kimdir, nedir? Sizin için ne demektir?
Seçkin: En başta enstrümanlarımızı sayarken ‘çağlama’ deyip geçmiştik, şunu mutlaka ekleyelim ‘Ömür Kılıçaslan’ın emaneti çağlama’.
Fiti: Hatta Vesvese olarak çalmaya başladığımız ilk günlerde Volkan’daydı Ömür’ün çağlaması. Ama o çağlamayı Ömür’ün ailesine geri verme sözü vardı. Daha sonra Volkan İzmir’deki bir arkadaşına çağlama yaptırdı şimdi kendi çağlamasını çalıyor.
Yıllarını İzmit’te bar müzisyenliğiyle geçirmiş bir insan Ömür. Ve yorulmadan bütün gece, yedide başlayıp sabah dörde kadar çalıyorlardı. Ona sorduğunda enstrümanın hikâyesini bunu vurguluyordu ki “Öyle bir enstrümanım olsun ki yorulmadan türküleri çalabileyim ama gitar kadar sesi de yüksek olsun.” Ama bağlamın telleri bol ve gevşektir o yüzden elektro bağlamanın tonu da bağlamadan çok farklıdır. Hem üstünde kendisinin dediği gibi arıza koma sesleri olsun ama bir yandan da gitar tavrıyla çalınabilecek bir enstrüman olsun demiş. Çağlayan diye bir müzisyen arkadaşı var onunla beraber çağlamayı icat etmişler. ‘Arızalı’ şarkımızın içindeki Ömür Kılıçaslan konuşması da 2000’lerin ortalarında çıktıkları Güven Erkin Erkal’ın Yüxexes programından, enstrümanı anlattığı bölüm. Ömür koma seslere arızalı demeyi seviyor. Hatta belki de teknik olarak tam doğru olmasa da arızalı demeyi seçmiş. Biz de şarkıyı yaparken Ömür ve çağlama hoşlaması, güzellemesi yapma amaçlı başladık ve o yüzden o konuşmayı orada kullanmama gibi bir ihtimalimiz de yoktu.
Seçkin: Denecek bir sürü şey var; Ömür Kılıçaslan müteveffa, hem hepimizin hayatında önemli bir figürdü İzmit’ten bu yana, akabinde İstanbul’a uzanan yolda, hem de bir sürü müzisyen için önemi malumdur. Bugün müzik yapan bir sürü gruptaki bir sürü insan Ömür’e dair bir çok güzel hikâye anlatır.
Fiti: Bilhassa kendi müziğini yapmaya çalışan müzisyenler Ömür’ü tanımışlarsa tarz olarak bir etki bırakmasa da tavrı bir etki bırakmıştır. Nasıl bir insan olduğu bir yana, sadece müzikal olarak bakarsak, tamamen bağımsızca, kendi kafasındaki müziği arayan bir müzik emekçisidir Ömür.
Seçkin: Müzik yorgunu, bir güzel abimizdi, kardeşimizdi. Bizim için önemli bir referanstır. Çağlamayı hâlâ sahnede kullanan canlı kullanan çok az gruptan biriyiz. Ayrıca dostumuz Deniz Mahir Kartal’a da emanettir çağlama.
Fiti: İster istemez o enstrüman oradaysa o enstrümandaki zihinle birlikte geliyor. O zihin ne mutlu ki hem arkadaş hem motivasyon kaynağı olan, belki Debdebe diye bir araya gelmemizin en temel unsuru olan ‘yapma isteği’ni içimizde kıvılcım olarak bırakan bir figür. O yüzden şimdi Ömür’ü konuşmamız, anmamız kadar doğal bir şey yok. O hep burada zaten.
Son soru, bundan sonraki planlar neler? İkinci albümü düşündüğünüz bir zaman var mı?
Seçkin: Her daim dirsek temasında olduğumuz Beton Orman ekibinin yeni toplama albümü için, bizde yeri çok mühim bir şarkının kaydına giriyoruz. Ekimde tamamlanacağını umuyoruz. Ayrıca 25 Eylül Çarşamba akşamı Sanatatak’ın B-inspired serisinin ikinci konseri ‘Animal Charm’ için Debdebe de UUTAİ Olena, Ağaçkakan, Document1, Göksenin Blues Band feat. Deniz Türkali, Güç Başar Gülle, Kırkbinsinek ve Volkan İncüvez’le birlikte sahnede olacak.