Güncelleme Tarihi:
İki yaz önceydi galiba, ‘Firmin: Hümanist Entel Serseri’yi (Özgür Yayınları) çok severek okumuştum; bu köşede yazdım da. Doğumu bekleyen fare Firmin’in yavruları için korunaklı yuva aranıyor, kendini birdenbire edebiyat dünyasının parlak eserleriyle dolu bir mekânda buluyor! ‘Firmin’ zeki, çok ince gülmecesinin ardında hüzün dolu, çok hoş bir romandı. Yazarı Sam Savage; hiç tanımadığım bir yazar. Roman usul usul kara gülmeceden hüzünlere evriliyor ve iç yakarak son buluyordu. Şimdilerde aynı yazarın ‘Cam’ını okuyorum (Yapı Kredi Yayınları, Devrim Denizci Çavuş’un çevirisi). Firmin ortalarda yok artık, ama komşusunun bitkilerine bakmakla yükümlü Edna yine bir farecikle baş başa. Kim bu Edna? Eskilerde roman yazmaya kalkışmış, hiçbirini sonuna kadar yazamamış, yaşını başını almış, dul bir kadın; kocası Clarence romancıymış. Clarence’ın özelliği, kendi kuşağının tek ünlenebilen edebiyatçısı oluşu. Bir yayınevi, Edna’dan kocasının yerine basılacak bir eseri için önsöz istiyor ve Edna da çoktan ortadan kaldırılmış daktilosunu yeniden yazı masasına -aslında formika bir masa- geri getiriyor. Daktilo! ‘Cam’ belki o daktiloyla beni kendine çekti; tabii biraz da Firmin anısıyla. Anılarla yüklü bir roman, Edna geçmişe ikide bir saplanıp kalıyor. Tekrar daktilo! Edna’yı bu kez hâlâ daktilo tamiri yapan, daktilo şeritleri satan o suratsız adamla, o küçük dükkân bozuntusunda yaşıyoruz. Hâlâ daktiloda yazmaya çalışanların karanlık alınyazısı...
‘Cam’ tıpkı Savage’ın öteki romanı gibi ısırıcı gülmeceyle kaleme alınmış; herhangi hayat parçalarından söz açıyor görünerek, unutulmaz sahnelerle donatıyor bizi. Edna’yı -tıpkı Firmin gibi- kolay kolay unutacağımı sanmıyorum, romanın öteki kişilerini de...
Öykü tadında denemeler
Funda Özsoy Erdoğan’ın Türk Edebiyatı Dergisi’ndeki yazılarını hep okurum; bu yazılarda çağdaş edebiyatımızın yazarlarına, verimlerine derin bir sevgi öne çıkar. Özsoy şimdi denemelerini derlediği ‘Kırklandım’la (Ötüken Yayınları) okurla buluştu.
‘Kırklandım’ yalnızca bir denemeler kitabı mı; bir yandan da ‘cumartesi iç dökmeleri’yle bütün bu denemeler birbirine bağlanıyor ve bir öykü dünyası usul usul beliriyor. Zaten bütün denemelerde ‘anı-öykü’nün havası esiyor. Birbirine kenetlenerek bu denemeler ‘Kırklandım’a apayrı bir özellik katmış. Önce geniş bir yelpaze: Ahmet Hâşim’den Orhan Pamuk’a edebiyatımızda soluk alış. (Funda Hanım’ın edebiyatla nefes alabildiğini düşündüm, onun için hayatın atardamarı sanki edebiyat.) Batı edebiyatı’nın değerleri de bu gezintilerde karşımıza elbette çıkıyor; sözgelimi Virginia Woolf sık sık bizimle.
183. sayfada ben ve ‘Mel’un’um Funda Hanım‘ın kaleminden karşıma çıktı. ‘Mel’un’u biraz da Charles Dickens açısından irdeleyen yazar, derken Kemalettin Tuğcu’yu anımsıyor ve çocukluğumuzun bu eşsiz romancısını ne denli hor gördüğümüzü saptıyor. Acı bir anı da söz konusu:
“(...) çocukluğumda Türkçe öğretmenimiz, Kemalettin Tuğcu’yu okutmaz, onu çocuklara uygun bulmazdı. Niçin peki? Onca acı çeken çocuğun maceraları gözyaşları içinde okunur, mutlu son gelsin diye sabırsızlanılır ve sonra da dudak bükülerek küçümsenir.”
Ne yazık ki gerçekten öyle. Funda Özsoy Erdoğan soruyor: “Yoksa Selim İleri de mi Kemalettin Tuğcu’yu küçümsemiş, bilmek isterdim.” Hayır, asla! Kim bilir kaç kuşağın yeniyetme okurlarına şefkati ve vicdan duygusunu aşılamış Kemalettin Tuğcu’ya ben her zaman ödenmez gönül borcumuz olduğunu düşündü (Keşke yeniden Kemalettin Tuğcu okuduğum o günlere dönebilsem!)