Güncelleme Tarihi:
1977 doğumlu Fuminori Nakamura’nın Japonya’da 2010’da yayımlanan ve İngilizceye 2013’te çevrilen romanı ‘Şeytan ve Maske’, 1990’lı yıllarda başlıyor. Roman kahramanı ve anlatıcısı Fumihiro Kuki, 11 yaşında, annesini hiç tanımamış, Kuki ailesinin konağında çok az gördüğü babası, bakıcısı ve babasının yetimhaneden evlat edindiği yaşıtı bir kız -Kaori- ile birlikte yaşıyor.
11 yaşına geldiğinde babasından ilk hayat dersini alıyor Fumihiro. Ama bu ders başka babaların çocuklarına verdikleri dersten farklı. Zira, “Sen ya bu ülkenin kalbine ya da bu ülkeye karşı savaşan bir oluşumun kalbine girecek ve kötülüğü yayacaksın. Bu dünyanın sonunu er geç getirmeni temenni ediyorum” diyecektir babası. Onun kötülüğün vücut bulması için doğduğunu, dünyanın başına bela olmanın aile geleneklerinin bir parçası olduğunu ve oğlan 14 yaşına geldiğinde cehennemi ona bizzat göstereceğini söyleyecektir. Fumihiro’ya eşlik etsin diye eve alınan Kaori isimli kimsesiz kız ise söz konusu cehennemin yaratılması ve oğlunun lanete dönüşmesi için getirilmiştir eve.
Bu sözlerin dehşetini hisseden ama anlamının henüz ayırdına varamayan çocuk, günlerini Kaori’yle geçirmekten mutludur. Büyüdükçe aralarında bir aşk filizlenir, hatta ilk cinsel uyanışların hazzını da paylaşırlar. Ne var ki bir gece Kaori’yi babasının odasından çıkarken gören Fumihiro, babasının sözünü ettiği cehennemin kapısına geldiğini düşürür. Kaori’nin istismara uğramasının ve kötü akıbetin engellenmesinin yegâne yolu babasını öldürmektir. Ama bu eylem de babasının uğursuz planının bir parçası değil midir?
Hikâye şimdiki zamana atladığında -tahminen 2009 yılında- estetik ameliyatla yüzünü değiştirmiş bir Fumihiro çıkar karşımıza. Genç yaşta başından pek çok şey geçmiş, varlığında babasının -kötülüğün- izlerini daha çok görür olmuş, Kaori’yi kaybetmiş bir haldedir. Alabildiğine mutsuzdur; “Babam benim bir lanete dönüşmemi istiyordu ve ben de hiç kimseyi mutlu edemeyen kasvetli yaratığa dönüşmüştüm. Birkaç yıl geçti ve nihayet başka bir insan olmayı düşünmeye başladım. Başka bir insanın hayatını yaşamaya başlamaktan çok kendimi silmek için düşündüm bunu. Kendimi silip kaybolacak ve hayatı dışarıdan izleyebilecektim.”
Peki hayatı dışarıdan izlemek mümkün müdür? Ameliyattan sonra, yeni kimliğine bürünüp sakince yaşamaya çalışsa da Kaori’ye ilişkin takıntısı, Kaori’nin etrafında bilinmedik bir tehlikenin dolaşması, aile şirketini yöneten abisinin Fumihiro’yu da kötücül bir hayatın içine çekmek istemesi ve ortaya çıkan antikapitalist bir terör örgütüyle yollarının çakışması, genç adamın ‘maskesi’ni düşürür. Toplum dışında kalmış bir insan olarak Fumihiro, hangi tarafa düştüğünden asla emin olmadığından iyiyle kötülük arasında bulanık bir çizgide yürüyecektir.
SAF EDEBİYAT
Nakamura’nın ‘Hırsız’ını okumuş ve çok beğenmiştim. Hem suç kurgusunu çok iyi kullanıyor, hem siyasi ve toplumsal meselelere açılıyor hem de edebiyattan hiç taviz vermiyordu. Kendi deyişiyle; “Saf bir edebiyat”tı yaptığı; “İnsanlığın gizli derinlikleriyle ilgileniyorum. İnsanın karanlık yanlarını yazarak o gizli derinliklere dokunabileceğimi düşünüyorum...”
Nakamura, bu tarzı neredeyse formüle etmiş olmalı. ‘Hırsız’da doğru yaptığı her şeyi almış, ‘Şeytan ve Maske’de bir ileri seviyeye taşımış. Renkler de kararmış; ‘Hırsız’ kasvetliydi, ‘Şeytan ve Maske’ kapkara bir roman. Çok daha fazla acı, ölüm, yalnızlık ve seks var hikâyesinde. Ayrıca bol miktarda gizem ve nefret var. Her şey bir araya geldiğinde sonuç, cinayet ve ahlaksızlığın doğasını derinlemesine anlatan karanlık ve kötücül bir anlatı. Hemen ekleyelim, zorlama bir karanlıktan, şeytani bir kötülükten söz etmiyorum. Tersine, ilk sayfalarda babanın konuşmasında mistik gibi algılayabileceğiniz lanet, Japonya ve dünya tarihiyle, kapitalizmin yıkıcı açgözlülüğüyle ve günümüzün akıldışı savaşlarıyla doğrudan ilişkili. II. Dünya Savaşı’nın Japon toplumunda yaptığı tahribatı deşen Nakamura, ülkesinin tarihiyle sakınmasızca yüzleşiyor. Zengin bir ailenin işlediği suçlar üzerinden Japon burjuvazisine yönelmiş ağır eleştiriler ise hikâyenin bir diğer önemli ekseni.
Açıkçası, hikâyenin hızlı akışına eklenen siyasi, ekonomik, tarihi geri plan barındırdığı felsefi derinlik sayesinde roman genişliyor. Batı felsefesi ile Japon kültürünü buluşturan Nakamura etkileyici, karanlık ama biraz da karmaşık bir kurmaca dünyası yaratmış. Olayların ardında ilginç bulunabilecek pek çok gönderme var. Mesela Fumihiro’nun babasını öldürmesindeki Freudyen baba katline, bodrum katına bir tas siyanürle kilitlenen babanın ölüm şeklindeki belirsizlik ile Schrödinger’in kedisindeki düşünce deneyi de ekleniyor.
Geçmişin yükünü üzerinden atmaya çabalayan Fumihiro’nun umutsuz çırpınışları Nakamura’ya varoluşçu meseleleri tartışma fırsatı veriyor; kaderin ve insanın özgür iradesinin doğasını, insan kimliğini neyin oluşturduğunu, zamanın etkisiyle nasıl değiştiğini, hayatın marjinal sınırlardaki anlamını sorguluyor. Ve bir de iyi amaçlar için kötü eylemlerin mubah olup olmadığını...
Aslında sorgulamaktan ziyade tartıştırmak demeliyim. Zira hikâye ahlaki bir belirsizlik etrafında sürüp giderken Nakamura okuyucuya ne ‘iyi’yi ne ‘kötü’yü empoze ediyor. Belki de kötülüğün asıl kaynağının iktidar ve toplum arasındaki suç ortaklığına dayandığına inanmasındandır.
‘Kara roman’ atmosferinde geçen, suçun ve insan eylemlerinin sorumluluğunu tartışan, karanlığın içinde az da olsa umudu barındıran ‘Şeytan ve Maske’, çok etkileyici bir roman.