Güncelleme Tarihi:
Martin Heidegger ‘Hegel’in Tinin Fenomenolojisi’ni neden yazmıştır ya da Hans-Georg Gadamer ‘Hegel’in Diyalektiği’ni veya Henri Bergson ‘Plotinos’u? Jung’a o devasa ‘Nietzsche’nin Zerdüşt’ü Üzerine Seminerler’i yaptırtan nedir? Alain Badiou, ‘Platon’un Devleti’ni neden yazmış olabilir? Ve Spinoza, ‘Descartes Felsefesinin İlkeleri ve Metafizik Düşünceler’i neden yazdı? (Şöyle de sorabiliriz: İslam dünyasında, buna benzer bir entelektüel çaba neden yok? Ya da neden filozofların açılımını ve birbiri üzerindeki etkisini gösteren bir İslam felsefesi tarihi yazılamıyor?) Geçmişe yönelimi değil, geçmişin bugündeki devamlılığını dile getiri bu yapıtlar. Tarihçinin değil, filozofun çalışmasıdır söz konusu olan. İlk keşfedip dile getirende tamamlanmamış olanın yersiz yurtsuzlaşması da diyebiliriz buna: Her doğum, başkasında/gelecekte tamamlanır. Ama önemli olan, bunun tarihsel temelinin ne olduğudur.
Bu girizgâhı Randall Collins’in ‘Dünya Felsefe Tarihinin Oluşumu’ adlı harikulade kitabı için yapıyorum. Collins’in kitabı, bir felsefe tarihi değil, felsefe tarihinin toplumbilimsel bakımdan oluşumunun tarihi. Felsefe, yaygın olarak filozofun kendi tinsel ve zihinsel dünyasında olup biten tekil bir etkinlik olarak bilinir. Çünkü yüksek düzeydeki yaratıcılık tekildir ve deha olmaklıkla ıralanır. Collins’in tezi, tam olarak bunun tersidir: “Fikirler, düşünen ile karşısındaki arasındaki iletişim sürecinde ortaya çıkar.” Felsefe tarihi, fikir gruplarının tarihidir ve argümanların, kavramların nasıl başka birine yol açtığının araştırılmasıdır.
Collins’e göre, kavramlar ya da felsefi fikirler ‘prosesler ağı’ içinde, yani süreçler ağı içinde ortaya çıkar. Yaratıcılık, rastlantısal değildir, kuşaklar arası zincirler içerisinde, öğretmen ve öğrenciler zincirinde ortaya çıkar. Karşıt görüşler de destekçiler gibi bu proses ağının bir parçasıdır. Yaratıcı bireylerin, dışadönük değil içedönük oluşları yanıltmamalıdır; grup onun bilincinde mevcuttur. Felsefe, karşılaşmalar zinciri içinde, etkileşim ritüel zincirleri içinde gerçekleşir. Filozof, entelektüel grupla zihninde diyalog halindedir. Collins, felsefe tarihindeki bütün filozofların, kimlerle karşılaştıklarının ya da kimlerle etkileşim içinde olduklarının haritasını çıkarmış. Collins’e göre, felsefi hareketin hızı yavaştır ama 35 yıllık bir süreçte tamamlanır. Kant, Fichte, Schelling, Hegel, Romantikler, Schopenhauer, hepsi hepsi 35 yıl içinde vücuda gelmiştir. Ve entelektüel yaratıcılık, söz konusu filozofun büyüklüğüne veya önemine göre, öğrencilerinde, kendisinden sonraki kuşaklarda devam eder. Bir filozofun kendisinden önceki filozofun felsefesi hakkında yazmasının nedeni budur. İkincil filozof, önemli filozofun önünü açar. Collins’e göre, felsefe tarihindeki en büyük entelektüel devrim, Alman üniversitesinde yaşanmıştır. Burada, entelektüeller, kendi tabanlarının kontrolünü ele geçirmişlerdir.
Collins’ten hareketle diğer soruyu şöyle yanıtlamak mümkün... Entelektüeller, İslam devletten ve dinsel ortodoksiden bağımsız bir kültürel ağ oluşturamamış, kendi tabanlarının kontrolünü ele geçirememişlerdir. Fikrin ortaya çıkışı, dinsel ortodoksluğa uyumlu olmaları veya karşıt olmaları üzerinden etiketlenir. Batı ortaçağından farklı olarak dini ortodoksi burada devletten bağımsız merkezi bir örgütlenme kuramadığı için felsefe, farklı siyasal bütünlüklere bağlı olarak ortaya çıkar. Yani felsefi sorunsal tamamlanmadan mekân ve siyasal-kültürel ağ değişir. Gazzali’ye cevap ancak bir yüzyıl sonra dünyanın öbür ucunda İspanya’da yaşayan İbn Rüşd’den gelir ve elbette ki etkili olmaz. Sühreverdi’nin felsefesi kendisinden sonra gelişmez, çünkü öğrencisi de kendisiyle birlikte idam edilir. Yaratıcılığının, filozoftan sonraki gelişiminin de önü kapatılır.