Güncelleme Tarihi:
Ressam Fatma Tülin’in, Galeri Merkür’de açtığı sergisi ‘Kedinin Anlamı-Kediden Başka’, 12 yıl önce yakalandığı rahatsızlığa yenik düşen sevgili kedisi Hulusi’ye adadığı imgeleri ilk kez bir araya getirdi. Serginin açılışı, Koronavirüsün sosyal mesafeli ilk günlerine rastladı. Ancak bu durum bile, Hulusi son günlerini yaşarken onu bütün varlığıyla beyazın teskin eden sonsuzluğunda anmaya, her çalışmasında ondaki ‘dokuz / sonsuz can’ın hakkını tanıyıp yankılamaya çalışan Tülin’i yıldırmadı, sergisini açmaktan geri durmadı. Hatta sergi açılışına, galerinin bulunduğu Hüsrev Gerede Caddesi’ndeki apartmanın gediklisi tombik bir kedinin de ‘çat kapı’ gelişi, etkinliğin duygusal iklimini sonuna dek (keyifle) tırmaladı, talihsiz ve endişe verici gelişmelerle asık yüzleri, biraz olsun sevgiyle mırıldattı.
Bundan yaklaşık dört ay önce de Paris’te bir sergi açan Tülin’in sergisinin merkezine, tıpkı geçmişteki şeftali çekirdekleri, ‘Nü’leri, ‘soğan-ekmek’ler ve zencefilleriyle olduğu gibi, bu kez 200 x 300 cm. ebadında iki farklı (galeri cephesi ve içinde) ‘Hulusi’ yerleşti. Hepsi aslen aynı dünyayı imleyen ruhsal birer ‘peyzaj’ yorumu derinliğine sahip bu yapıtları hakkında Tülin’le konuşurken, kendisinin bu yaratıcı süreç içerisindeyken dünyaya veda eden bir varlığı tekrar hiçlikten çekip hayata dahil etme sorumluluğuna odaklanmak istedim. Zira bu süreç, sergide bir günce gibi işliyordu. Sanatçıya, bilhassa yaşam ve ölümün bunca iç içe olduğu bir dönemde, ortaya koyduğu üretime yeni bir yorum katıp katmadığını sorunca, şu yanıtı aldım:
“Alberti’nin ‘De Pictura’ adlı yapıtından bir alıntıyı, sergi mekânının bir köşesine yazmaktı niyetim: Aradan geniş zamanlar geçtiğinde, ölüleri canlılara göstermek... Yaşadığımız bu tuhaf, neredeyse gerçeküstü dönemde, fazla karanlık olabilir duygusuyla vazgeçtim. Sergiye ad bulmakta zorlandım. Bu çok özel, derin ve iletişimin el yordamıyla kesinlik kazandığı ilişkide, sözle tarif olanaksız kalıyor. Her şey garip bir sarmal halinde... Hulusi’yi canlandırma çabası neden ölümle bu kadar burun buruna olduğumuz bir sürece rastladı? Onun şanssız sonu, serginin kaderini de mi belirledi? Ya da o canlılara kendini göstermek istemedi mi? Bu tür sorularla boğuşmaktayım hayatın geriye çekildiği şu günlerde... Sonuçta, Alberti’nin dediğini yapamadım: Hulusi’yi canlılara gösteremedim. Yaşadığımız koşullar şimdilik bunu engelledi. Oysa, ölümünden ancak 12 yıl sonra bu cesareti bulabilmiştim. Onu sanat evrenimin bir parçası ve konusu haline getirebilmeye ancak razı olabilmiştim.”
‘HULUSİ’YLE YAŞADIĞIM SÖZSÜZ YOĞUNLUĞUN İFADESİ’
Fatma Tülin sergisinin içerdiği metanet, özlem gibi duygular, beni Uzakdoğu’nun meditasyon etkili eski tarihli resim geleneğine de sevk ediyordu. Bu yönüyle sanatçıya, bu sergiyi oluşturan zamanda empatinin kendisine ne kadar yoldaşlık ettiğini sorduğumda ise şöyle yanıtladı:
“Kedi figürü çağlar boyunca sanatın ana imgelerinden biri olmuştur. Antikçağdaki kutsal Mısır kedilerini de bu bağlamda anabiliriz örneğin. Balthus’ten Picasso’ya, Calder’in ‘c.a.t.’inden Cihat Burak’ın kedilerine, sanatçıların ilgi duydukları bir resimsel elemandır kedi. Benim açımdan bu sergideki Hulusi figürleri, sembolizmden uzak, somut anlamda tek bir kedinin var edilmesine yardımcı olan, onunla bu resimler aracılığıyla sürdürdüğüm empati ilişkisinin devamı anlamındadır. Plastik açıdan her ne kadar, sergideki resimlerde yer alan imge, ‘kedi’nin görsel temsiline işaret ediyorsa da benim için tümü bir varlığın, onunla yaşadığım ve hâlâ süren sözsüz yoğunluğun ifadesidir. Serginin adındaki ‘Kediden Başka’ deyişi bu olgunun bir belirtisi niteliğinde. Başka bir anlamda, bu resimler kedi değil, Hulusi’dir. Genelde sanat bağlamında kedi, sevimli, şirin, canayakın bir biçimde işlenir. Oysa bu yaklaşım bana pek de olumlu gelmez; onun sonuçta bir ‘yan’ canlı, bir yumuşatma nesnesi haline getirildiği izlemini yaratır... Her şeyin ölçüsünün ‘insan’a denk sınanması, insanın bilgisizliğe dayanan bir büyüklenmesi bence.”