Güncelleme Tarihi:
Akbank Sanat, Theo Estatu’nun ‘Yüzler ve Yerler’ adlı sergisini ağırlıyor. Etiyopyalı bir babanın ve Hollandalı bir annenin çocuğu olarak Londra’da doğan Estatu, çocukluğunu farklı şehirlerde geçirip Roma’da soluklanmış, son yıllarda ise Berlin’i mesken tutmuş çokkültürlü bir sanatçı. Onun çokkültürlülüğünü farklı kılan ise kendisinin de hayatı boyunca deneyimlediği kültürler arası ilişkileri üretiminin merkezine koymuş olması. Estatu sanatında farklı kültürler ve kimlikler arasındaki çatışmaları odağına alıyor.
Kariyerine rock yıldızlarının fotoğraflarını çekerek başlayan Estatu, David Bowie, Andy Warhol gibi sanatçılarla çalıştıktan sonra mecrasını değiştirerek hareketli görüntüye geçmiş ve yoluna video sanatçısı olarak devam etmiş. Bu basit bir teknik değişiklik değil; sabitlenmiş fotoğraf karesiyle akan imajların arasındaki fark, Estatu’nun sanatına konu edindiği yerleşik kültürlerle göçebe, akışkan kimlikler arasındaki ilişkileri yansıtmak için ideal bir zemin oluşturuyor. ‘Yüzler ve Yerler’ sergisi ise sanatçının eserlerine bu çerçevede bakmak için elverişli bir seçki sunuyor. ‘The Slave Ship’ (2015) ve ‘Atlas Fractured’ (2017) adlı iki video enstalasyondan müteşekkil sergi, Estatu’nun yapıtlarını baştan sona kat eden temaları ve yöntemleri bir araya getiriyor.
‘Parçalanmış Atlas’ olarak çevrilebilecek ‘Atlas Fractured’, ilk olarak 2017’de günümüzün önde gelen sanat etkinliklerinden Documenta’nın 14. versiyonu kapsamında Atina’da gösterildi. Bu iş farklı kimliklere sahip insanların yüzlerine Batı medeniyetine ait ikonik sanat eserlerinin yansıtılmasıyla oluşturulmuş bir videodan ve aynı yöntemle oluşturulmuş portrelerden ibaret. Rönesans’tan beri ebedi, ezeli ve evrensel oldukları iddialarını taşıyan Avrupa menşeli kültürel ürünlerin imgeleri, zaman karşısında naçar kalan ve belirli coğrafi kodları taşıyan insan suretleriyle üst üste geldiklerinde ortaya çıkan çatışma farklı kimlikleri stereotipleştirme çabasında olan ideolojilerin neden başarısızlığa yazgılı olduklarına dair sanatçının önermesini görselleştiriyor. Bir türlü sabitlenemeyen, zaman ve mekân içindeki hareketlerine bağlı olarak sürekli değişim halinde olan kimliklerin orkestrasyonu videonun akışkan yapısının imkânları sayesinde kaotik ama zengin bir ezgi oluşturuyor. Üretim sürecinde dijital imkânların kullanılmayıp imajların analog yollarla üretilmiş olması da durağanlık ve akışkanlık arasındaki gerilim açısından dikkat edilmesi gereken bir husus.
Sergideki ikinci iş ‘The Slave Ship’ (Köle Gemisi) adını İngiliz ressam J. M. W. Turner’ın bir resminden almış. Daha işin isminde yapılan bu gönderme, Estatu’nun farklı kültürler arasındaki ilişkiyi irdeleyen dilini kurmasını sağlıyor. Okyanusu hem zamanın bir metaforu hem de coğrafi bir gerçeklik olarak ele alan bu çalışmada su etrafında örgütlenmiş olan kültürel karşılaşmalar, takaslar ve çatışmalar bir video kolaj olarak kurgulanmış. Estatu, katman katman işlediği videoyu yalın bir şekilde göstermektense yarım daire biçiminde duvara yansıtmış ve zemini aynayla kaplanan bir odaya hapsetmiş. Böylece zemindeki yansıma yarım daireyi bütünlüyor ve karşımıza güneyin kuzeyi aynaladığı bir Dünya imgesi çıkıyor. İşin yerleştirildiği odaya girilememesi ve sadece küçük bir pencereden bakılabilmesi ise Rönesans’taki Dünya’ya bir pencereden bakma geleneğini çağrıştırıyor. Her ne kadar işin adına ve kullandığı imgelere bakıldığında 15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafi keşiflere ve akabinde gelişen sömürgeciliğe gönderme yaptığı düşünülse de aynı imgeler havuzu günümüzde devam eden kıtalar arasındaki eşitsizliği, sömürüyü ve çatışmayı imleyebiliyor. Bu perspektiften ele alındığında ‘Slave Ship’ okyanusun dibini kazıyarak çağdaş çatışmaların arkeolojisini yapıyor ve farklı zamansal bloklar arasındaki bağlantıları kuruyor.