Güncelleme Tarihi:
1991 yılında kendisiyle yapılan bir söyleşide, resim serüveni içinde ana elemanın, ön planda gelenin daima form olduğunu belirten Fatma Tülin’in resimlerini geriye dönük olarak düşündüğümüzde, 1970’lerin ortalarındaki ilk çalışmalarından bu yana resmini oluşturan esasın, kompozisyonu oluşturan ana form olduğunu ve sanatçının resimlerinde bu ana formun dışında herhangi bir elemana rastlamadığımızı fark ederiz. Fatma Tülin, resmini oluşturan form ne olursa olsun -ister şeftali çekirdeği ister gövde isterse portre- tekil olan formu çevresinden soyutlayarak görmeye ve göstermeye yönelik bakış açısını kurmayı hedefler. Bu sergisinde Paris’te yaşadığı mahallede karşılaştığı kimi yüzleri tuvaline aktaran Fatma Tülin, bu kez bakış açısını kurarken nesnelliğini bir ölçüde kontrol altına alarak tuvaline aldığı kadınlara odaklanıyor. Bir ölçüde kontrol altına alarak diyorum çünkü sanatçı, önce atölyede portreyle uğraşırken ona sadece elmaya baktığı gibi baktığını ama ilerleyen süreçte farkında olmaksızın aslında dertli ve ezik duruşlu bir kadının kendine güveni olan ve dik başlı bir kadına dönüştüğünü belirtiyor. “Ben onu öyle görmek istedim çünkü. Ezikliği bende isyan ve öfke yarattı” diyen sanatçı, bu noktada kurmak istediği görmeye, göstermeye yönelik bakış açısını kontrol etmeye başlıyor.
Roland Barthes’ın bakışın tedirgin bir işaret olduğu ve bakma ediminde aktif ve pasif olanın sınırlarının belirsiz olduğu görüşünden yola çıkarak mahallesinde yolunun ‘kesiştiği’ yüzlere odaklanan Fatma Tülin, portreleri üzerinden kimi sorulara yanıt arıyor. Kesişme kavramını bilinçli olarak kullanıyorum, zira Merleau-Ponty ‘Göz ve Tin’ kitabında bu kavrama özel bir anlam yükleyerek kesişmeyi hisseden ile hissedilen, gören ile görünür olan arasında bir yerde konumlandırır. Ressam, yolunun kesiştiği insanları bakarak seçer, onları bir anlamda modeli haline getirir ve onlardan objektifine bakmasını ister. Burada ressamın bakışı mı esas olacaktır yoksa modelin bakışı mı? İlk seçici bakış, ressamın bakışı olduğuna göre, ressam belki de modelin bakışını kendi bakışına çevirecektir. Yukarıda bahsettiğim, önce dertli görünen bir kadının atölyede cesaretli bir kadına dönüşmesini sağlayan da sanatçının bu bakışının ta kendisidir.
Fatma Tülin, 1982 yılında Urart Sanat Galerisi’ndeki sergisinde de insana yer vermişti ve Güven Turan, onun çalışmaları için şu soruyu soruyordu: “Ne diyeceğiz bu insan resimleri için? Portre mi? Portrenin tarihsel niteliklerine baktığımızda, onun hep bir kişiyi, adı-sanı belli bir kişiyi betimlediğini, ondan ayrılmadığını görürüz.” F. Tülin, yıllar sonra yeniden insanı ele aldığında, onu yine portreden ayırıyor. 200 x 250 cm. boyutlarında bir araya gelen bakışlar, aslında tek bir portre oluşturuyor, o portre de sanatçının ve modelin bakışları arasındaki uyum ve uyumsuzlukları açığa çıkarıyor. Bakışı denetleyen bir figür olarak sanatçının dörtlü otoportresi de serginin bir anlamda imzasını atıyor.
Fatma Tülin’in yüzlerini form açısından değerlendirdiğimizde, sanatçının yüzlere, elmaya, şeftaliye ya da zencefile bakar gibi baktığını, onları tuvaline yine tüm yardımcı elemanlarından arındırarak taşıdığını ve bu yüzleri onun imzası niteliğindeki yalın-heykelsi formlara dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Bedri Rahmi, “Yarım francala, bir baş soğan. En kalabalık konusu bu” olarak yazıyordu 1975 yılında Fatma Tülin için ve tam olarak da onun kompozisyonunu indirgeyerek formlarını anıtsallığa taşıdığını ima ediyordu. F. Tülin bu sergide de yüzleri kadraja alarak, yüzlerin ona, onun yüzlere bakışına anlam veriyor ve anlamı çoğaltıyor.
Fatma Tülin’in ‘Yüzler, Fısıltılar’ başlıklı sergisi 8 Nisan’a kadar Galeri Merkür’de.
*Doç. Dr., Mimar Sinan GSÜ