Güncelleme Tarihi:
“Coğrafya kaderdir” derler ya göç de bu kaderin en derin yarasıdır aslında. Hele de savaşsa insanı yerinden yurdundan, evinden, dostundan, özetle kökünden eden... Barış Gazeteciliği Ödülü sahibi Cenk Mutluyakalı romanı ‘Salıncak’ta bu yarayı ezber bozan bir dille, Kıbrıs’tan anlatıyor. Temmuz 74’e ağıt gibi olan kitabında yaşananlara iki milleti birbirinden ayıran sınırı geçip Larnaka’dan bakıyor.
Kitabın kahramanı Kerinya’daki, bizim bildiğimiz adıyla Girne’deki çocukluğunu geride bırakıp Larnaka’ya gitmek zorunda kalan Alexia. Kıbrıs’ta yaşananları genellikle Türk tarafından dinlemeye alışık olanlar için dilinin yanı sıra anlattıklarıyla da ezber bozan bir kitap ‘Salıncak’. Alexia yeni evini asla ev olarak görememiş bir karakter... 12 yaşında yaşadığı zorunlu göçü hiç tedavi edilmeyecek bir yara gibi saklıyor bedeninde.
Göçmenin bavulu ağırdır. Çünkü acı, çaresizlik, yokluk, yoksunluk, özlem, öfke, hayal kırıklığı taşır bavulunda. Hiç de çıkarmaz onu bavulundan çünkü bir kere kaderine işlenmiştir göç, kök salamaz hiçbir toprakta, hep hazırdır belki de yeniden gitmeye. Alexia da hiç kök salamamış yaşadığı yeni toprağa. O ağır bavulunun altında hep ezilmiş. Hep çocukluğunu, hep oynadığı sokakları hayal ederken kendine bir bugün kuramamış. Sonra bir gün iyileşmeye karar veriyor Alexia. İyileşmek için yaranın açıldığı yere gidiyor, çocukluğuna gidiyor. Kerinya’ya... İlk kez geçiyor çocukluğunun tarafına. Buluyor adı değişmiş sokağını, evini. Ama çocukluğu çıkmıyor saklandığı yerden. O evde çocukluğunu başka bir evde bırakmış Salih’le tanışıyor. İki göçmen çocuk oluyorlar beraber yeniden. Ve baştan başlıyorlar hikâyeye. Dertleşerek kapatmaya çalışıyorlar yaraları.
Kitapta sadece Alexia ile Salih’in değil, göçün köksüz bıraktığı pek çok kişinin hikâyesi var. Alexia’nın babası var, göçün yanı sıra esirliği de yaşamış. O asla gidemiyor evine çünkü yüzleşmek istemiyor o evin artık kendisinin olmadığı gerçeğiyle. Sonra Salih’in ailesi var. Kaderlerine yazılan göç korkusuyla başa çıkamayan, insanlardan kaçarak kendini korumak isteyen göçmenler... Adları, çocukları alınmış, neşeleri alınmış sokaklar. Ve bir de salıncak var. Alexia’nın çocukluğundan evinde kalan tek şey o salıncak. Ama bana sallanan ruhları temsil ediyormuş gibi geldi. Rüzgâra kapılmış, ayakları yere değmeden bir o tarafa bir o tarafa sallanan insanları hatırlattı.
‘Salıncak’ diliyle olduğu kadar anlattıklarıyla da ezberleri bozuyor. Çünkü iki tarafa da söz hakkı veriyor ve haklıyı arayıp cezayı kesmenin peşine düşmüyor. Aksine aynı kaderi yaşamış iki toplumun acılarını birbirine anlatıp onları iyileştirmek istiyor. Belki de birbirlerinin yaralarına merhem olabilecekler sadece onlar. Tüm uzak sesleri artlarında bırakıp sadece o tanıdık seslere kulak verirlerse iyileşirler çünkü. İyileşmeleri de gerekir artık zira göç acısı miras gibi kuşaktan kuşağa geçer ve yeni kurulan hayatlar bile o göçün gölgesinde şekillenir.
Kendisi de Kıbrıslı olan ve doğduğu Leymosun’dan, şimdiki adıyla Limasol’dan Girne’ye, önceki adıyla Kerinya’ya göç eden gönülsüz göçmenlerden Mutluyakalı mutlaka tanıklıklarını ve belki de tanıdıklarını katarak farklı bir okuma sunuyor okura. Savaşların, gönülsüz göçlerin kaderimize işlediği acıların insana neler yaptığını anlatan bir okuma. Üstelik çok tanıdık ve bugün de dün de hep gündem olan çok yakın bir yerden, Kıbrıs’tan!