Güncelleme Tarihi:
Daryush Shayegan, 90’ların başında Türkçeye çevrilen ‘Yaralı Bilinç’te, Octavio Paz’ı referans edinerek, günümüz modernlerinin ayırıcı bir özelliğine değiniyordu: “Fikirler dünkü fikirler, tavırlar bugünün tavırları.” Daha ayırıcı bir bakışı, ben 80’lerde Takiyettin Mengüşoğlu’ndan okumuştum. Mengüşoğlu, 1960’ta kaleme aldığı ‘Değişmez Değerler Değişen Davranışlar’da, ‘yeni kıymetler yaratmak, eski kıymetleri ortadan kaldırmak’ söylemine karşı değişenin değerler değil, davranış tarzları, alışkanlıklar, münasebet şekilleri olduğunu ileri sürer. Değerler değişmez. Octavio Paz’dan devam edelim... Paz, bir denemesinde, 90’larla birlikte ‘ihtilal mitosu’nun sona erdiğine dikkat çekmişti. Ona göre, dünya tarihi, Fransız İhtilali’nden 90’lara gelen süreci bir ihtilal mitosu içinde yaşamıştı. Bu ayrım, bir tarihçinin değil, kuşkusuz bir şairin sezgilerini dile getirir. Biz de 30 yıldır, Paz’ın ‘ihtilal mitosu’ dediği dönemin sonrasındaki dönemi yaşıyoruz. Sürekli değişen değerlerden, yeni değerlerden söz edilen bir dönem bu. Mengüşoğlu’nun, o çok önemli risalesinin yeni baskısı, ihmal edilmemeli...
Bu girizgâhı, Svend Brinkmann’ın ‘Hayata Nereden Bakmalıyız?’ kitabı için yaptım. Kitabın altbaşlığı şöyle: ‘Yeni Bir Dünya İçin On Eski Fikir’. Bu ‘on eski fikir’ ifadesini, eskimesi mümkün olmayan ‘on fikir’ olarak düşünmek gerekir. ‘İhtilal mitosu’nun olmadığı bir dünyada, değişme talebi ya da kendini yenileme, yani kendini eskinin olmadığı bir dünyanın içinde hayal etme arzusu nasıl mümkün?
Brinkmann’a göre, günümüz insanının hayatı iki şeyin kıskacında görünmektedir; araçsallaştırma ile nihilizm. Ve nihilizm ve araçsallaştırmanın üstesinden gelebilmek için, üzerinde düşünülmesi gereken on varoluşsal temayı gündeme getiriyor. Araçsallaştırma, ona göre, ‘şeylerin araca dönüşerek, kendi içinde amaç olmaktan çıkmasını’ dile getirir. Nihilizm ise tüm değerlerin temelsiz ve boş olduğunu iddia eder. Nihilistler, bilindiği gibi Nietzsche’yi kendilerine bayrak edinirler. Oysa Brinkmann’ın değindiği gibi, Nietzsche, bir nihilist değildir; ‘insanlığı nihilist felaketten korumak amacıyla, değerlerin doğasını gözden geçirmesini’ ileri sürer. Ona göre, kişinin kendi benliğine çekilmesi, yani ‘öznel esenlik’ de nihilizmin bir versiyonudur. Çünkü anlamlı olan, öznel veya içsel olanda değil, ‘toplumun bir parçası olan hayatımızın içindeki olgulardan’ devşirilmesinde ortaya çıkar.
Ona göre, bu olgulardan biri vaatte bulunma edimidir. Vaatte bulunmak, Nietzsche’ye göre, insanı hayvandan ayıran temel bir erdemdir. Vaat, ahlaklılığın temelidir. Sözgelimi vaatte bulunma olmasaydı, evlilik ya da sadakate dayalı ilişkiler olanaklı olamazdı. Vaat, sadakatin olanağıdır. Suçluluk duygusu, yani tutulmamış sözün diğer yüzü de, vaadin bir neticesidir. Brinkmann’a göre, insanın yaptıklarının “hesabını verme” kabiliyeti de, ki bu Judith Butler’in bir katkısıdır, vaatle olanaklılık kazanır. Vaatte bulunmak, modern maneviyatın maddi temelini oluşturur. Boşanınca maneviyat kaybına uğramamızın nedeni budur. Boşanmak vaatten vazgeçmek anlamına gelir, sadakat de düşer, hesap verme de.
Bir sorunsala daha değinmek isterim... Brinkmann, sorumluluk kavramı çerçevesinde, Türkiye’de pek bilinmeyen Danimarkalı filozof K. E. Løgstrup’un ‘Etik Talep’ adlı kitabındaki düşüncelerine dikkat çekiyor. Løgstrup’un etik talep dediği şey, ‘diğerlerinin size teslim ettiği hayata özen gösterme talebi’dir. Şöyle: “Güven, varoluşsal açıdan güvensizlikten önce gelir.” İnsanlar kandırılmayı beklemez, güven başlangıçta mevcuttur. Ama güveni korumak ya da görev ve sorumluluk güçle olanaklıdır. Buna, bize teslim edilen hayata özen gösterebilme gücü diyelim.
Yerim bu kadar, meseleye kitaptan devam etmek gerek. Son olarak, Svend Brinkmann’ın ‘Hayata Nereden Bakmalıyız?’ı için, modern Stoacılık diyeceğim...