Güncelleme Tarihi:
‘Whyn Nehri Cinayeti’, polisiyelerin altın çağının kurallarına uygun biçimde kurgulanmış tam bir ‘katil kim’ polisiyesi. 1931 tarihinde yayımlanan kitapta yazar imzası yerine ‘Çözümleme Kulübünün Katkılarıyla’ ibaresi yer alıyor. Katkı veren yazarlar ise şöyle sıralanmış: Agatha Christie, Dorothy L. Sayers, Henry Wade, John Rhode, Milward Kennedy, Ronald A. Knox, Edgar Jepson, Anthony Berkeley, G. K. Chesterton, Victor L. Whitechurch, Freeman Wills Crofts, G. D. H. Cole ve Margaret Cole...
Agatha Christie, G. K. Chesterton, Dorothy L. Sayers, Anthony Berkeley gibi polisiye edebiyatın klasikleşmiş yazarlarının yanı sıra bugün isimlerini koleksiyonerler dışında kimsenin hatırlamadığı edebi kişiliklerin yer aldığı Çözümleme Kulübü elbette merak konusudur. Dorothy Sayers’ın tanıtım yazısından anlaşılacağı üzere Çözümleme Kulübü, “Büyük Britanya İmparatorluğu’ndaki dedektif romanı yazarlarının kendi aralarında kurdukları, belirli uygun aralıklarla yemekte bir araya gelip herhangi bir sınırlama olmadan polisiye edebiyat hakkında konuştukları bir topluluk. Ama asıl amaç aynı düşünceleri paylaşan kişilerin bir arada hoş zaman geçirmesi. Kulübe üye olmanın koşulu, adayın yayımlanmış dedektif öykülerinin olması, iki ya da daha fazla üyenin önerisi üzerine yapılan gizli oylamada kabul edilmesi ve topluluğun kurallarına uyacağına yemin etmesi. Topluluğun tek ciddi amacı, dedektif öykülerini mümkün olan en üst standartlara taşımak ve sansasyonalizmin kötü mirasından; boş, saçma söylentilerden ve geçmişin sırtımızda ağır bir yük olarak bıraktığı jargonundan uzak kılmak...”
Yaklaşık 90 yıl önce kurulmuş bu topluluk, varlığını günümüzde de sürdürüyor. Kitabın Önsöz’ünü yazan ve aynı zamanda kulübün son başkanı olan Simon Brett, geçmişten bugüne sadece bir temel değişiklik yapıldığını söylüyor: “Polisiye romanların çeşitliliğinin çok artması sonucunda, aranan niteliklerin geleneksel ‘katil kim’ romanları yazmış olmanın dışına çıkarılması gerekmiştir, çünkü günümüzde bu türde eser veren yazar sayısı oldukça azalmıştır. Şu andaki üyeler çoğunlukla ‘macera romanları ya da gerilim romanları’ ya da tarih, hukuk, adli tıp, psikopatolojik ve diğer gelişmekte olan alt türlerde ana fikrin ‘çözümleme olmadığı’ polisiye romanlar yazan yazarlardan oluşmaktadır. Polisiye roman günümüzde 1920 ya da 1930’larda olduğundan çok daha geniş bir çerçevede ele alınmakta olup Çözümleme Kulübü de bunu yansıtmaktadır.”
HONG KONG’DAN WHYNMOUTH’A
‘Whyn Nehri Cinayeti’, ‘Çözümleme Kulübü üyelerinden bazılarının kendi aralarında kalemlerinin gücüne dayanarak oynadıkları bir oyun’ olarak tanımlanıyor. Gerçekten de Agatha Christie, Dorothy L. Sayers, Gilbert K. Chesterton ve adını yukarıda andığım diğer 11 yazar, cinayet bilmecesi çözmek ve kurgulamak gibi çift taraflı bir işe soyunmuşlar. Aralarındaki anlaşma şöyle ‘imzalanmış’; katkıda bulunan her yazar, önceki bölümlerle kendisine sunulan gizemi, bunu yazanların kafalarında nasıl bir çözüm olduğu konusunda en ufak bir fikri olmadan ele alacak ve sürdürecektir. Her yazar bölümünü kafasındaki bir çözüm çerçevesinde kurgulayacak, yani olayı ‘içinden çıkılmaz hale getirecek’ zorluklar yaratmayacaktır. İstenildiği takdirde ipuçlarını, gerekçelerini tutarlı ve akla yakın bir şekilde açıklayabilecektir. İkincisi; her yazar kendinden öncekinin üzerinde düşünmesi için bıraktığı tüm çıkmazlara, ipuçlarına sadakatle bağlı kalacak ve o temelde ilerleyecektir. Oyunun dürüstçe oynandığını kanıtlamak için her yazardan yazdığı bölümle birlikte kendi çözümlemesini içeren bir belge istenmiş, bunlar meraklı okuyucular için kitabın sonuna eklenmiştir.
Kısacası, yazarların bile katilin kimliğini bilmedikleri bir polisiye roman, yazarlarla okuyucular arasındaki hiyerarşiyi minimuma indiren bir girişim. Yegâne istisna Gilbert K. Chesterton’ın giriş bölümü. Zira bağlamı kurmak adına, kitap tamamlandıktan sonra yazmış bu bölümü Chesterton. 1911 yılında, Hong Kong’da bir İngiliz deniz subayının itibarını yerle bir eden bir sahne ile başlıyor hikâye. Sonra 1920’li yıllara, İngiltere’nin cenneti andıran bir sahil kasabası olan Whynmouth’a geçiyoruz. Bu sakin kasaba içinde göğsünden bıçaklanmış emekli bir amiralle birlikte nehirde sürüklenen bir sandalın eski bir denizci tarafından kıyıya çekilmesiyle, heyecan dolu bir atmosfer kazanıyor. İlerleyen sayfalarda öldürülen amiralin Hong Kong’daki skandalın kahramanı olduğunu öğreniyoruz.
Olayı soruşturmakla görevli Müfettiş Rudge çok karmaşık bir kovuşturma sürecinin ortasında kalmıştır. Cesedin bulunduğu sandal bir rahibe aittir ve rahip hiç şüphesiz bazı şeyler bilmektedir. Öte yandan maktule cinayet gecesi eşlik eden yeğeni gerek elde edeceği miras gerek ailevi ilişkileri nedeniyle kuşkulu görünmektedir. Bu cinayetin arkasında hiç kuşkusuz göründüğünden çok daha fazlası vardır. Hemen her sorguladığı kişinin olayla bir şekilde ilgisi olduğunu gören müfettiş, bu gizemli cinayete daha kaç kişinin karıştığını merak etmekte ve olayı acilen çözmenin baskısını üzerinde hissetmektedir. Acaba bu cinayet gerçekten çözülebilecek midir?
Sonuçta elbette çözülüyor esrar perdesi. Ne var ki hiç de doğrusal bir mantık silsilesi izlenmeden... Kitabın sonundaki eklerde yazarların çözüme ilişkin değerlendirmelerini okuduğunuzda çok şaşırabilirsiniz. Zira polisiye edebiyat ustalarının birbirlerinin yazdıkları bölümlerden yaptıkları çıkarımlar -kuşkusuz çok parlak akıl yürütmelerle dolu ama- nerdeyse tümüyle hatalı. Yazarlar ipuçlarını fazlasıyla zorlamışlar, şaşırtmacaları hesap ederek dolambaçlı yollara sapmışlar ve basitçe söyleyelim sondaki çözüme hemen hiçbiri ulaşamamış. Tuhaf olan, değerlendirmelerindeki yanlışların roman bütününü ve okuma zevkini sekteye uğratmaması. Romanın ortalarında muamma biraz dağılmakla birlikte her yazarın dağınıklığı toparlamak için sarf ettiği gayret sayesinde klasik polisiyelerin bulmacamsı kurgusunda büyük bir gedik açılmıyor. Bir polisiye roman olduğu kadar gerek yazarları gerekse de okuyucuları için ‘katil bulma oyunu’ anlamına da gelen ‘Whyn Nehri Cinayeti’ bu tarz girişimlerin belki de ilkiydi. Daha sonraları bu tarz ‘proje’ polisiyelerin yazımı -zaman zaman- denenmiş, hatta birkaç örneği Türkçeye de çevrilmişti. Bizim edebiyatımızdaki tek örnek ise Murathan Mungan, Celil Öker, Pınar Kür, Faruk Ulay ve Elif Şafak’ın ortak çalışması olan ‘Beşpeşe’ adlı polisiye romandır.
Dorothy Sayers tanıtım yazısında ‘yazarların üstesinden gelmek zorunda kaldıkları entelektüel meydan okumalardan zevk aldıklarını’ söylüyor: “Bir anlamda eğlenmek ve kendimizi kanıtlamak için gönüllü olarak oynadığımız ve çok eğlendiğimiz bu oyunun başkalarını da eğlendirip eğlendirmeyeceğine okuyucu karar verecektir.” Kendi adıma bu çalışmayı eğlenceli bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle de tanıdığım yazarların üslup ve tarz ayrılıklarını aynı hikâyede izleyebilmek keyifliydi. Ama daha keyif verici olan eklerde ortaya çıkan değerlendirmeleriydi. Her bir yazarın roman karakterlerine kendilerinden bir şeyler katma gayretleri ayrıca ilgiye değerdi.
Bütün bunları bir kenara bıraksak bile Agatha Christie, Dorothy L. Sayers, G.K. Chesterton gibi polisiye tarihinin büyük ustalarını tarihi bir edebiyat deneyinin içinde bir arada görmek polisiyeseverler için zaten büyük bir nimet değil mi?