Güncelleme Tarihi:
12 Eylül’ün yükünü sırtına alarak kurulan Ayrıntı Yayınları 30’uncu senesini üç özel kitap ile kutluyor. Yayınevinin 1000’nci kitabı ‘Zamanın İzinde’, 143 fotoğraf ve Ercan Kesal’ın rehberliğinde son 100 yılın Türkiye’sinde bir yolculuk. Belgeselci Enis Rıza’nın hazırladığı fotoğrafları Ercan Kesal’ın onlara yazdığı metinlerle buluşturan kitap, Türkiye tarihinden; çoğu, insana inceden bir ‘ah’ çektiren ayrıntılar seriyor önümüze. Ulaş Bardakçı’nın fotoğrafı, kitabı da özetler gibi aslında. Kesal’ın bu fotoğraf için yazdıklarından alıntılayalım: “Benim ömrüm bitti; ama ne öldürmeleri, ne de faili meçhulleri bitti ülkemin.”
‘Zamanın İzinde’, Enis Rıza’nın dediği gibi, upuzun bir Türkiye rüyası gördürecek bize. Kâbusu bol, neyse ki tatlı anları da eksik olmayan bir rüya. İkinci Meşrutiyet’ten, Köy Enstitüleri’nden, bir Çerkes düğününden, Ermeni muhacirlerden, ‘acı vatan’ Almanya’dan, Yaşar Kemal’den, Metin Erksan’dan, Sinan Cemgil’den geçip bizi dünün Yeryüzü Sofraları’na kadar getirecek bir rüya.
O rüyanın hikâyesini Ercan Kesal’dan dinledik...
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Ayrıntı Yayınları’ndan teklif ilk geldiğinde, Türkiye tarihinin 100 senesini fotoğraflarla okumak fikri nasıl geldi size?
Anılara, geçmiş hikâyelere fazlasıyla bağlı ve onlarla sürekli hemhal olan birisiyim zaten. Okurlarım önceki yazılarımdan da bilirler bunu. Hem meraklıyım hem de çok kıymetli olduklarına inanırım. Anılar kalbimizin bekçileridir çünkü. Bizi kötülüklerden, akıl karışıklığından, unutmak hastalığından -ki vicdansızlık da diyebiliriz buna- korurlar. Bu yüzden Burhan Sönmez arayıp, bunu teklif ettiğinde heyecan ve coşkuyla kabul ettim. Önüme serilen binlerce fotoğrafla, benzersiz bir ummana dalmış gibiydim. Her fotoğraf yeni ilham kapıları açıyordu. Bir yazarın arayıp da bulamayacağı bir yolculuktu yaptığım.
Kimi fotoğrafta direkt olarak o kişiye/ana dair yazdıklarınızı, kimindeyse o karenin sizde uyandırdıklarını okuyoruz. Her bir fotoğrafla baş başa uzun vakitleriniz mi geçti? Nasıl bir yöntemle hazırlandı yazılar?
Önce nasıl bir kitap hayal ettiklerini anlattı Burhan. Fotoğraf ve yazılarla 100 yıllık bir Türkiye’yi izlemek istiyorlardı. İstediğim fotoğrafı seçmek ve üzerine yazmak inisiyatifi baştan sona bana aitti. Yazıların hacmi de öyle. İstersem tek cümleyle ya da bir, iki sayfayla anlatabilecektim. Üç binin üzerinde fotoğrafın olduğu bir arşiv kondu önüme. Bilgisayar üzerinden, günlerce tek tek bu fotoğraflara baktım. Bir kısmı bazı arşivlerin toplu fotoğrafları olduğu için birbirine çok benzeyen anlara aitti, onları ayıkladım. 1910-2010 arası dönemleri kendi içinde tarihsel olarak da gruplandıracağımız için fotoğraf seçimlerinde dengeli davranmaya çalışarak beni en çok etkileyen 150 civarında fotoğrafı ayırdım. Sonra her birisini tek başına bir yazı konusu haline getirdim. “İyi fotoğraf, fotoğrafta gözükmeyeni akla getirir” diyen Berger, üslup konusunda yol göstericim oldu. Yazısını yazdığım fotoğraftaki an ya da kişilerle ilgili ulaşabileceğim tüm bilgilere ulaşmaya çalıştım. Bazen de sadece bende uyandırdığı ilhama bıraktım kendimi. Benim ilk gençliğim diyebileceğim ‘80 öncesinin fotoğrafları ya da sinemaya dair fotoğraflar ister istemez daha çok ilgimi çekiyordu. Doğrusu yazılarda sanki bir parça bu ikisi ağırlıklı olarak öne çıktı. Onları dengelemeye çalıştım en fazla. 80 civarındaki yazı, Burhan Sönmez’in editörlüğünde ve Enis Rıza’nın seçtiği diğer fotoğraflarla son halini alarak kitaba dönüştürüldü.
Kitapta en çok faili meçhullerin, ölümün, yoksulluğun ayrıntıları, özeti var. Bu kitap vesilesiyle Türkiye tarihinin acılarla dolu anlarıyla baş başa kalmışsınız. Duygusal açıdan neler bıraktı sizde bu çalışma?
Bir yazımda Kemal Tahir’den söz etmiştim: Kemal Bey, yokluk ve sıkıntılarla geçen 15 yıllık cezaevi hayatı boyunca umut ve coşkusunu hiç kaybetmez. Cezaevinden çıktığında koltuğunun altında iki romanla on iki tefrikası vardır. Karısı Fatma İrfan’a cezaevinden yazdığı bir mektupta: “…İnsanlar bizim günlerimizden daha kötülerini masal yapmasını bildiler. Kuvvetlerimizi felakete karşı deneme fırsatını bulduk. En tatlısı, ‘Hey canına, biz neler çektik’ diye söze başlayabilmektir. Hikâyesi olmayan adamlara acıyor gibiyim...” der. Kötülükleri masal yapmasını bilmek. Hayat da böyle bir şey değil midir zaten. Kuvvetlerimizi felaketlere karşı deneme fırsatının bolca sunulduğu bir coğrafyada doğmak düşmüş payımıza, ne yapalım! Hikâyelerimiz var bizim de, onlara yaslanır, onlarla yaşlanırız.
Sizi, üzerine yazarken en çok zorlayan kare hangisi oldu?
Özellikle ölüm fotoğrafları; Battal’ın, Ulaş’ın, Erdal’ın... Bir de cezaevi görüş fotoğraflarına dayanamıyordum. Ama galiba en çok Kızıldere’deki infazdan sonraki görüntülerin olduğu fotoğraftan etkilendim. Ne yazabilirdim ki! Fotoğrafın şiddetine dokunmayan, onu tarif etmeye kalkışmayan bir şey yapmak istedim, Bu yüzden, Marcos’tan okuduğum bir çocuk masalı anlatmayı yeğledim; yağmur damlası olmaya çalışan küçük bir bulutun masalını.
Enis Rıza:
Bu kitap yüzyılın tarifi değil, hayata dair hatırlamalar...
Kitabı elime almaya çekiniyorum. Geride kalan fotoğraflara ihanet etmiş olma korkusu bu. Çünkü bir kronoloji çalışmasıyla yola çıkınca, ki öyle başladı bu serüven, ister istemez zamana karşı sadakat duygusunun ağırlığı altında da ezilmeye başlıyorsunuz. Ve ne yapsanız bunun üstesinden gelmek mümkün olmuyor. Tarihe ve insana dair her anın görüntüsü, taşıdığı anlamlar açısından biricik. Ne ki, geçmiş -sevinçli dönemlere rağmen- kötü bir rüya gibi gerçekten. Nereden bakarsanız bakın, aklınız acıları kucaklamak istiyor. Böyle bir çalışmada sizi karşılayan çeşitli sorunlar bir yana, araya birkaç gülümserlik sıkıştırmakta da zorlanıyorsunuz. “Benzer her içten çalışma bir diğerine el verir” diyerek, az bilinirlik, estetik, temsiliyet ve benzeri yaklaşımlarla seçiyorsunuz fotoğrafları. Çarpışan duygular ve pişmanlıklar da eşlik ediyor size. Yine de ifade etmeli ki bu kitap yüzyılın tarifi değil, hayata dair hatırlamalar sadece.
KİTAPTAN:
Gördüğünüz Her Şeyi Kendileri Yaptılar...
Bir Köy Enstitüsü’nün meydanı. Bu fotoğrafta sadece müzik aleti çalan üç öğrenci yok. Bu fotoğraftaki her şeyi kendileri yapan delikanlıların nihayet yaptıkları soylu ve coşkun bir
müzik var. Davulu, kendileri yaptılar. Derisini tabakladılar, kasnağını gerdiler ve nihayet çemberini. Tokmak kolay. Hemen yandaki ardıç ağacından kestiler. Kemanı kiraz ağacından kendileri
oydular. Telleri at kılından yapmışlardı zaten. Mandolini de kendileri oydular. Gürgenden. (...) Bu fotoğrafta yine baştan sona onlara ait başka şeyler de var. Üzerlerinde mavi bulutlarıyla
gezinen kocaman bir gökyüzü ve özgür bir dünya. Hepsi katıksız ve koşulsuzca onlara ait. Muktedirler hiç sevmezler böyle fotoğrafları. Bu yüzden, çok geçmedi hepsini de aldılar
ellerinden ve bize bu güzel fotoğraflar kaldı...
ZAMANIN İZİNDE
Ercan Kesal, Enis Rıza
Ayrıntı Yayınları, 2017
350 sayfa, 80 TL.