Ercan Kesal'dan resimli Türkiye tarihi

Güncelleme Tarihi:

Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi
Oluşturulma Tarihi: Şubat 09, 2017 17:04

Son 100 yılın Türkiye’sinde Ercan Kesal’ın satırları eşliğinde bir zaman yolculuğu: Zamanın İzinde. Ercan Kesal, 143 fotoğraf için kaleme aldığı 70 yazıyla İkinci Meşrutiyet’ten Gezi günlerine Türkiye tarihinden ayrıntıların izini sürüyor...

Haberin Devamı

12 Eylül’ün yükünü sırtına alarak kurulan Ayrıntı Yayınları 30’uncu senesini üç özel kitap ile kutluyor. Yayınevinin 1000’nci kitabı ‘Zamanın İzinde’, 143 fotoğraf ve Ercan Kesal’ın rehberliğinde son 100 yılın Türkiye’sinde bir yolculuk. Belgeselci Enis Rıza’nın hazırladığı fotoğrafları Ercan Kesal’ın onlara yazdığı metinlerle buluşturan kitap, Türkiye tarihinden; çoğu, insana inceden bir ‘ah’ çektiren ayrıntılar seriyor önümüze. Ulaş Bardakçı’nın fotoğrafı, kitabı da özetler gibi aslında. Kesal’ın bu fotoğraf için yazdıklarından alıntılayalım: “Benim ömrüm bitti; ama ne öldürmeleri, ne de faili meçhulleri bitti ülkemin.”
‘Zamanın İzinde’, Enis Rıza’nın dediği gibi, upuzun bir Türkiye rüyası gördürecek bize. Kâbusu bol, neyse ki tatlı anları da eksik olmayan bir rüya. İkinci Meşrutiyet’ten, Köy Enstitüleri’nden, bir Çerkes düğününden, Ermeni muhacirlerden, ‘acı vatan’ Almanya’dan, Yaşar Kemal’den, Metin Erksan’dan, Sinan Cemgil’den geçip bizi dünün Yeryüzü Sofraları’na kadar getirecek bir rüya.
O rüyanın hikâyesini Ercan Kesal’dan dinledik...

Haberin Devamı

Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi

Fotoğraf:
Muhsin Akgün

Ayrıntı Yayınları’ndan teklif ilk geldiğinde, Türkiye tarihinin 100 senesini fotoğraflarla okumak fikri nasıl geldi size?

Anılara, geçmiş hikâyelere fazlasıyla bağlı ve onlarla sürekli hemhal olan birisiyim zaten. Okurlarım önceki yazılarımdan da bilirler bunu. Hem meraklıyım hem de çok kıymetli olduklarına inanırım. Anılar kalbimizin bekçileridir çünkü. Bizi kötülüklerden, akıl karışıklığından, unutmak hastalığından -ki vicdansızlık da diyebiliriz buna- korurlar. Bu yüzden Burhan Sönmez arayıp, bunu teklif ettiğinde heyecan ve coşkuyla kabul ettim. Önüme serilen binlerce fotoğrafla, benzersiz bir ummana dalmış gibiydim. Her fotoğraf yeni ilham kapıları açıyordu. Bir yazarın arayıp da bulamayacağı bir yolculuktu yaptığım.

Kimi fotoğrafta direkt olarak o kişiye/ana dair yazdıklarınızı, kimindeyse o karenin sizde uyandırdıklarını okuyoruz. Her bir fotoğrafla baş başa uzun vakitleriniz mi geçti? Nasıl bir yöntemle hazırlandı yazılar?
Önce nasıl bir kitap hayal ettiklerini anlattı Burhan. Fotoğraf ve yazılarla 100 yıllık bir Türkiye’yi izlemek istiyorlardı. İstediğim fotoğrafı seçmek ve üzerine yazmak inisiyatifi baştan sona bana aitti. Yazıların hacmi de öyle. İstersem tek cümleyle ya da bir, iki sayfayla anlatabilecektim. Üç binin üzerinde fotoğrafın olduğu bir arşiv kondu önüme. Bilgisayar üzerinden, günlerce tek tek bu fotoğraflara baktım. Bir kısmı bazı arşivlerin toplu fotoğrafları olduğu için birbirine çok benzeyen anlara aitti, onları ayıkladım. 1910-2010 arası dönemleri kendi içinde tarihsel olarak da gruplandıracağımız için fotoğraf seçimlerinde dengeli davranmaya çalışarak beni en çok etkileyen 150 civarında fotoğrafı ayırdım. Sonra her birisini tek başına bir yazı konusu haline getirdim. “İyi fotoğraf, fotoğrafta gözükmeyeni akla getirir” diyen Berger, üslup konusunda yol göstericim oldu. Yazısını yazdığım fotoğraftaki an ya da kişilerle ilgili ulaşabileceğim tüm bilgilere ulaşmaya çalıştım. Bazen de sadece bende uyandırdığı ilhama bıraktım kendimi. Benim ilk gençliğim diyebileceğim ‘80 öncesinin fotoğrafları ya da sinemaya dair fotoğraflar ister istemez daha çok ilgimi çekiyordu. Doğrusu yazılarda sanki bir parça bu ikisi ağırlıklı olarak öne çıktı. Onları dengelemeye çalıştım en fazla. 80 civarındaki yazı, Burhan Sönmez’in editörlüğünde ve Enis Rıza’nın seçtiği diğer fotoğraflarla son halini alarak kitaba dönüştürüldü.

Kitapta en çok faili meçhullerin, ölümün, yoksulluğun ayrıntıları, özeti var. Bu kitap vesilesiyle Türkiye tarihinin acılarla dolu anlarıyla baş başa kalmışsınız. Duygusal açıdan neler bıraktı sizde bu çalışma?
Bir yazımda Kemal Tahir’den söz etmiştim: Kemal Bey, yokluk ve sıkıntılarla geçen 15 yıllık cezaevi hayatı boyunca umut ve coşkusunu hiç kaybetmez. Cezaevinden çıktığında koltuğunun altında iki romanla on iki tefrikası vardır. Karısı Fatma İrfan’a cezaevinden yazdığı bir mektupta: “…İnsanlar bizim günlerimizden daha kötülerini masal yapmasını bildiler. Kuvvetlerimizi felakete karşı deneme fırsatını bulduk. En tatlısı, ‘Hey canına, biz neler çektik’ diye söze başlayabilmektir. Hikâyesi olmayan adamlara acıyor gibiyim...” der. Kötülükleri masal yapmasını bilmek. Hayat da böyle bir şey değil midir zaten. Kuvvetlerimizi felaketlere karşı deneme fırsatının bolca sunulduğu bir coğrafyada doğmak düşmüş payımıza, ne yapalım! Hikâyelerimiz var bizim de, onlara yaslanır, onlarla yaşlanırız.

Haberin Devamı

Sizi, üzerine yazarken en çok zorlayan kare hangisi oldu?
Özellikle ölüm fotoğrafları; Battal’ın, Ulaş’ın, Erdal’ın... Bir de cezaevi görüş fotoğraflarına dayanamıyordum. Ama galiba en çok Kızıldere’deki infazdan sonraki görüntülerin olduğu fotoğraftan etkilendim. Ne yazabilirdim ki! Fotoğrafın şiddetine dokunmayan, onu tarif etmeye kalkışmayan bir şey yapmak istedim, Bu yüzden, Marcos’tan okuduğum bir çocuk masalı anlatmayı yeğledim; yağmur damlası olmaya çalışan küçük bir bulutun masalını.

Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi


Enis Rıza:

Bu kitap yüzyılın tarifi değil, hayata dair hatırlamalar...

Kitabı elime almaya çekiniyorum. Geride kalan fotoğraflara ihanet etmiş olma korkusu bu. Çünkü bir kronoloji çalışmasıyla yola çıkınca, ki öyle başladı bu serüven, ister istemez zamana karşı sadakat duygusunun ağırlığı altında da ezilmeye başlıyorsunuz. Ve ne yapsanız bunun üstesinden gelmek mümkün olmuyor. Tarihe ve insana dair her anın görüntüsü, taşıdığı anlamlar açısından biricik. Ne ki, geçmiş -sevinçli dönemlere rağmen- kötü bir rüya gibi gerçekten. Nereden bakarsanız bakın, aklınız acıları kucaklamak istiyor. Böyle bir çalışmada sizi karşılayan çeşitli sorunlar bir yana, araya birkaç gülümserlik sıkıştırmakta da zorlanıyorsunuz. “Benzer her içten çalışma bir diğerine el verir” diyerek, az bilinirlik, estetik, temsiliyet ve benzeri yaklaşımlarla seçiyorsunuz fotoğrafları. Çarpışan duygular ve pişmanlıklar da eşlik ediyor size. Yine de ifade etmeli ki bu kitap yüzyılın tarifi değil, hayata dair hatırlamalar sadece.

KİTAPTAN:

Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi

Gördüğünüz Her Şeyi Kendileri Yaptılar...
Bir Köy Enstitüsü’nün meydanı. Bu fotoğrafta sadece müzik aleti çalan üç öğrenci yok. Bu fotoğraftaki her şeyi kendileri yapan delikanlıların nihayet yaptıkları soylu ve coşkun bir
müzik var. Davulu, kendileri yaptılar. Derisini tabakladılar, kasnağını gerdiler ve nihayet çemberini. Tokmak kolay. Hemen yandaki ardıç ağacından kestiler. Kemanı kiraz ağacından kendileri
oydular. Telleri at kılından yapmışlardı zaten. Mandolini de kendileri oydular. Gürgenden. (...) Bu fotoğrafta yine baştan sona onlara ait başka şeyler de var. Üzerlerinde mavi bulutlarıyla
gezinen kocaman bir gökyüzü ve özgür bir dünya. Hepsi katıksız ve koşulsuzca onlara ait. Muktedirler hiç sevmezler böyle fotoğrafları. Bu yüzden, çok geçmedi hepsini de aldılar
ellerinden ve bize bu güzel fotoğraflar kaldı...


Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi

Cennetin Kokusu...
Fotoğraf, bir cezaevi görüşünden. “Açık görüş” olduğuna göre dini bayramlardan biridir. (...) Anne, babasını kucaklayan kızının coşkusunu paylaşıyor. Erkeğinin yanında, ona hafifçe dokunmak, şimdilik yetmiş ona. Bütün sevme haklarını kızına devretmiş sanki.Küçük kızın bir eli hâlâ annesinde. Birazdan babasından ayrılacak ve annesi hâlâ yanında, iyi ki. Baba kızının ensesine gömmüşkafasını, kokluyor. Biliyor mu acaba cennet kokusunun çocukların güzel ve masum ensesinde olduğunu?


Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi

Almanya Acı Vatan
1960-70’li yıllar, “Almanya acı vatan” yıllarıydı. Akrabalarımızın, komşularımızın bir çoğu buradaki hayatlarını bırakıp işçi
olarak Almanya’ya ve diğer Avrupa ülkelerine gitmişlerdi. Alamancılar’ın geride bıraktığı çocuklarını bayramlarda giydikleri
naylon gömleklerinden ve arada sırada ellerinde görülen iri çikolata paketlerinden tanıyabilirdiniz. (...) Yurtdışında yaşanan ağır gurbetlik geçim derdine bir nebze çare olmuştu ama geride kalan eşlerin kederlerine ve yalnızlıklarına merhem olamamıştı. Fotoğrafta, eşinin yanına aynı gurbeti paylaşmaya giden şanslı (!) bir kadın var. Kahir çoğunluğu ise geride kaldı. Onlar, evdekilerden saklamaya çalıştıkları gözyaşlarını içlerine akıtarak bir sürahiye doldurdukları suyu belki birkaç yıl sonra ancak görebilecekleri eşlerinin yolunun açık olması dileğiyle arkalarından döktüler. “Su gibi gidip gelmeleri” için!

Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi


Benim İzmir’im(...)
Açıkhava sinemasını hatırlıyorum. Ferdi Tayfur’lu filmleri. Kapının önünde çiğdem satan çingene çocuğunu ve ahşap, renklisandalyeleri. Merkez lokantasını. Öğrenci kredisinin alındığı gün yenen pilav üstü döner ve telkadayıf ziyafetlerini.Bornova Postanesi’ni hatırlıyorum. Ödemeli Avanos konuşmalarını. (...) Çınar Pastanesi’ni hatırlıyorum. İlk sevgili, ilk buluşma. Hesabı ödemeye param yetecek mi? İçim titreyerek hatırlıyorum. Meyhanelerini hatırlıyorum. Yiyeceğini yanında getirdiğin, sadece şarap satılan meyhanelerini.  Duvarlarını şiirle doldurduğumuz öğrenci evlerini. Yataksız ranzaları ve afiş, korsan sonrası sığınaklarımızı.Velhasıl kelam, “nereye gidersem gideyim, ardımdan gelecek” o şehri hatırlıyorum.Gençliğimi, yazgımı, umutlarımı, duru, saf ve katışıksız bir ömrü bahşeden yurdumu, İzmir’imi!


Haberin Devamı

ZAMANIN İZİNDE

Ercan Kesaldan resimli Türkiye tarihi

Ercan Kesal, Enis Rıza
Ayrıntı Yayınları, 2017
350 sayfa, 80 TL.

BAKMADAN GEÇME!