Güncelleme Tarihi:
Ömür boyu bahçede elma toplasaydım elma bana şiir olarak gelir miydi bilmiyorum ama, elmayı gözle toplayıp iştahla dişleyip şevkle şiirini yazmak güzeldir! Elmalı şiirler yanında elmaya methiyeler dizmiş, yazılar da yazmış biri olarak, kapağında ‘Elma Bahçesinden’ yazan bir kitaba kayıtsız kalamazdım elbette!
Kalmadım, aldım, şiirdi, Olav H. Hauge yazmıştı, Orhan Tekelioğlu çevirmişti, Savaş Çekiç tasarlamıştı, az kaldı yayınevini de Yasak Elma diye yazıyordum ki, dedim bu sevdiğimiz yayınevidir, Yitik Ülke’dir deyip düzelttim. Mevsimi de hazirandır, güzeldir.
Çevirmenden başlayalım, o iyi bir şair Orhan Tekelioğlu, üç sıkı şiir kitabı var. O çalışkan bir sosyolog, ODTÜ Sosyoloji’den sınıf arkadaşım, ama ben ona hep ‘Hocam’ derim, öyledir de. O her sese açık bir müzik insanı, klasik, caz, etnik, Alevi deyişleri vb... O bir titiz çevirmen, onu ben anlatamam, kitabın girişinde Hauge’yi uzun uzun ilmettiği ‘Elma Bahçesinde Bir Şair’ yazısını ve bu kitap için seçip çevirdiği şiirleri okumanızı öneririm.
Kuzey edebiyatından bildiğimiz, okuduğumuz Transtömer, Pia Tafdrup, Niels Hav, Peter Laugesen, Inger Christensen ilk aklıma gelen şairler. Hauge’yi de Orhan uzun yıllardır çevirdiği için biliyorum. Hatta “Norveç’in Orhan Veli’si” der onun için. Sanırım sadeliği, şiirdeki nerdeyse ‘gereksiz’ tüm öğeleri attığı ya da kullanmadığı, imgeyle pek arasının olmadığı, kısa ve haiku tadı taşıdığı için olmalı. ‘Gördüm Bugün’ şiiri örneğin: “Gördüm bugün/iki ay,/biri doğan/biri batan./İnancım çok derin doğana./Belki de batan o ama.”
‘Dikkatli okur’ diyorlar ya, işte o okur Hauge’nin adına son yıllarda Norveç’te ve ülkemizde çok okunan romancı Dag Solstad’ın kitaplarında da rastlar, yeni okuduğum ‘Profesör Andersen’in Gecesi’nde (çev: Banu Gürsaler-Syvertsen, YKY) Hauge’nin Norveç şiiri için önemine de değinir. Dünyanın her yerindeki pek çok şairin başına gelen onun da başına gelir, geç keşfedilir, yaşamını kazanmak için çok çalışır, münzevidir... Ama ‘iyi şiir, iyi şair kaybolmaz’, er ya da geç mutlaka bulunur, bilinir, okunur, sevilir. Buna inanırım ve bu inancımı destekleyen örneklerden biri de Hauge oldu.
Elmadan nefret etmiş mi bilmiyorum ama nerdeyse tüm yaşamı boyunca yaptığı elma bahçıvanlığını sevmemiş, müzmin hastalıklar, güçsüzlük, yoksullukla boğuşmış, okulu terk etmiş, parası olmadığı için de binlerce kitabı ‘ödünç’ okumuş bir şair. Okumak yazmaktır diye düşünürüm, belki de Hauge örneğine bakarak “Okumak şiirdir!” demek gerek.
Elmayı bilmiyorum ya, kitapları ve dilleri sevmiş, parası olduğunda en çok şiir antolojileri ve sözlükler almış. İngilizce, Almanca ve Fransızcadan ustaişi çeviriler yapacak denli yetkinleşmiş. Kuzey şiirini çok geç okumuş; Norveç, İsveç ve Danimarka şiiri yıllar sonra ilgisini çekmiş.
Orhan Tekelioğlu Hauge’nin poetikası için “Antropolojik bir arzuyla dolup taşar” dedikten sonra, Heidegger’in söz ettiği anlamda, ‘ne yaptığını bilmeyen ama doğruları gösteren’ yarı-yalvaç bir şair portresi yakıştırıyor ona, bir dizi şiirli ‘ezoterik’ metin üreten. Benimsediğim başka düşünceleri de var ona dair: “Şiir diye adlandırdığımız ‘metinleri’, neredeyse ‘şiir yazan ilk insanın’ neden buna kalkıştığını, meselesinin ne olduğunu sorgulayan, şiiri bir ‘ilk insani hal’ olarak anlamaya çabalayan bir yaklaşımla” yazıldığını söylüyor. Şiiri bir ‘insanlık hali’, edebiyatı ise ‘dünya hali’ olarak düşünürüm hep. Sonrasını ise bir bakıma ‘şiirle düşünmek’ dediğim şeye benzettim: “Hayatın içinde gezinirken (‘düşünürken’ de denebilir) önüne çıkanların, rast geldiklerinin ‘çağrışımlarından’ şekillenen ‘rüya-yazılar’ gibi de okunabilir bu şiirler.”
Elma yoksulların ekmeği gibi gelir bana, Tanrı’nın bahçelerinden büyük insanlığın payına düşen. Elmanın bahçesinde çalışmak da Hauge gibi bir münzeviye düşmüş anlaşılan. Tekelioğlu “belki ‘beyhude’, belki ‘bilgelikle dolu anıştırmalar” derken ilkinde şiiri, ikincisinde elmayı ‘işaret’ ettiğini söylüyor olmalı Hauge’nin.*
15 yıllık bir çabayla ‘elma bahçelerinden’ nefis şiirler çevirmiş Tekelioğlu, “Basho’dan daha ileriye gidemedin./Varmıştı o yürüyerek oraya” diyen Hauge ise başka bir dilin, Türkçenin bahçesine çok yakışmış.