Güncelleme Tarihi:
Sovyet edebiyatının ve toplumcu gerçekçi romanın en büyük isimlerinden Mihail Şolohov’un Türkçeye ‘Ve Durgun Akardı Don’ adıyla çevrilen ‘Durgun Don’ romanı, Don kıyılarında yaşayan Kazak köylülerini 1900’lerin başından 1918’e kadar uzanan bir zaman diliminde Ekim Devrimi ile ilişkileri içerisinde anlatır. Bir yandan Birinci Dünya Savaşı ve Bolşevik Devrimi, diğer yandan sürdürülmeye çalışılan geleneksel hayat arasında sıkışan Kazaklar, belki de Tolstoy’un ‘Kazaklar’ından bile daha gerçek ve canlıdır. Yazar Rus Çarı’na, dine, gelenek ve göreneklerine bağlılıkları ile tanınan bu topluluğu, Gregor Melekhov adlı genç bir Kazakla tipleştirir.
Sıradan bir Kazak köyünde çiftçi bir ailedir Melekhov’lar. Oğul Gregor’un, kocası askerde olan Aksinia ile ilişkisi vardır ama ailesi onu genç bir kızla -Natalia- evlenmeye zorlar. Gregor ile Aksinia kaçar ve bir çocukları olur. Bu sırada Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Gregor cepheye gider. Sıcak savaşın bütün vahşetine tanık olan genç Kazak, ordu içerisinde propaganda yapan Bolşevikler ve onların barış çağrılarıyla karşılaşır. Savaş bitmeden Çar istifa etmiş, hükümet karışıklıkları başlamış ve Bolşeviklerin gücü artmıştır. Kendileri de bağımsız devlet hayali kuran Kazak süvarileri ne tarafı seçeceklerine karar veremez, ayaklanmayı bastırmaya gitmezler; kışlık saray düşmüş, devrim gerçekleşmiştir...
Romanın dördüncü cildinde, devrimin ardından başlayan iç savaş günlerini ele alır Şolohov. Gregor şimdi Bolşevik saflardadır. Ancak devrimcilerin yıllardır süren şiddet ortamında filizlenen yöntemleri de farklı değildir Çar askerlerinden. Gregor köyüne döner ve karşı-devrimci bir hareket başlatan Kazaklara katılır. Alman kuvvetleri ile de savaşmak zorunda kalan Bolşevikler, Don bölgesinde yenilgiye uğrarlar. Şolohov, gelecekte devrimcilerin kazanacağına ilişkin bir vurgu ile bitirir romanını.
YENİ BİR DÜNYA KURULURKEN
19’uncu yüzyılın ikinci yarısı Rus romanının en parlak dönemiydi. Tolstoy’la kapanan bu altın çağın 20’nci yüzyıldaki son örneğidir Şolohov. Belki de ‘Durgun Don’ demek daha doğru olur, çünkü işin doğrusu Şolohov’un diğer romanlarında aynı başarıyı göremeyiz. Hemen hemen bütün edebiyat incelemelerinde, Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ı ile karşılaştırılan ‘Durgun Don’da ve Şolohov’un üslubunda Tolstoy etkileri çok açıktır. Savaş sahneleri, Kazak hayatı üzerine ayrıntılı gözlemler, savaşın yıktığı hayatlar, yitirilen sevgiler, her iki romanın da en çarpıcı sahneleridir. Ancak önemli bir farkın altını çizmek gerekiyor; Tolstoy’un kişilerinde, 19’uncu yüzyıl geleneğine uygun olarak insan psikolojisi toplumsal belirlenimin önündedir. ‘Durgun Don’da ise Şolohov sosyalist bir anlayışla, bireyin gelişiminde toplumsal etkileri öne çıkarır. Suçkov’un sözleri ile “Şolohov’un romanındaki Tolstoycu gelenek, bir öykünme değil, geçmişten alınmış bir mirastır; yeni bir toplumsal ve kişisel görüş açısından, yazarın kendi bağımsız düşüncesinden hareketle, tarihsel olaylar ile bunların bireylerin ve kitlelerin düşünce tarzı üstündeki etkisini araştırmaya başladığı çıkış noktasıdır.”
Hikâyenin arkasındaki tarih çok net bir biçimde görülür ama Şolohov bu tarihi kuru bir belgeselci yaklaşım ya da tarihin ilerlemeci mantığı içerisinde yansıtmaz. Bireysel kaderler, kendilerinin dışında gelişen ve asla önünde durma imkânı olmayan bu muazzam devinim içerisinde belirlenir. Romanın girişindeki o basit köy yaşamı ve inanç biçimlerinin adım adım tasfiye oluşunu, o dönemin siyasal ve toplumsal tarihi içerisinde şiirsel bir hüzünle anlatır, yazar. Devrim saflarındadır ama devrimin pek çok insanın hayatına, geçmişine, geleceğine, sevdiklerine mal olduğunu izlemiş ve romanında yan tutmadan sergilemiştir. Bu nedenle, toplumcu gerçekçilik için yeteri kadar olumlu bir tip olmasa bile, Kazak köylüsü Gregor, devrim sürecinin bir tipiği olarak kabul görmüş, bireysel yazgısı trajik olarak algılanmıştır.
Siyasi tarihin başköşeye oturduğu bir romanı insanileştiren en önemli tema aşktır ‘Durgun Don’da. Aksinia, Gregor ve Natalia arasındaki üçgen, pek çok aşk romanında rastladığımızdan farklı değildir ama yazarın bu ilişkileri simgeleştirişi, ilişkilerle toplumsal düzen ve ahlak anlayışı arasında kurduğu özdeşleştirmeler ve yarattığı tutkulu atmosfer, ‘Durgun Don’un yasak aşkını benzersiz kılar. Şolohov, Çarlık Rusya’sından Sovyetler Birliği’ne geçiş sürecindeki parçalanmış toplumsal yapıyı ve ilişki biçimini eksiksiz olarak ve kendi dinamikleri içerisinde hareket halinde yansıtarak, devrimin romanını/şiirini yazmıştır.
Yazıldığı yıllarda, anlamı edebi değerlerinin çok ötesindeydi ‘Durgun Don’un. Zira Komünist Parti, Ekim Devrimi’nden sonra, edebiyat ve sanatı yeni bir insan tipi ve toplumun yaratılması için çok önemsemişti. Toplumcu gerçekçilik akımı, bu ihtiyacın bir ürünüydü. Bir önceki dönemde yetişen ve devrimci hareketle iyi ilişkiler içerisinde olan tek yazar Maksim Gorki, klasik roman tekniğine kattığı sosyalist temalarla, akımın başlatıcısı oldu. Ancak Gorki’nin yapıtlarının heyecan vermekten uzak olduğunu söylemeliyim. Şolohov ise gerçek bir devrim çocuğuydu. Sosyalizmin ve Sovyetler Birliği’nin ihtiyacı olan taze kandı. Teorik olarak var olan toplumcu gerçekçilik, ‘Durgun Don’ ile pratik örneğini bulmuştu. Yalnızca Sovyetler Birliği için değil, dünya sosyalist hareketi açısından da yeni bir edebi çığır açılıyordu...
VE DURGUN AKARDI DON
Mihail Aleksandroviç Şolohov
Kor Kitap, 2019
408, 376, 408, 512 sayfa,
30, 27, 30, 33 TL.
(dört cilt)