Güncelleme Tarihi:
Andrew Clements’in dilimize çevrilen yeni kitabı ‘Haylazların Kralı’, ABD gibi eğitim konusunda hem iddialı hem de kafası karışık bir ülkede, zekâsı bedenine sığmayan, resme yetenekli bir oğlan çocuğunun çizdiği bir resim yüzünden başına gelenleri anlatıyor. Basit gibi görünen bir konu. Ancak okudukça bunun hiç de o kadar basit bir şey olmadığını bir kez daha teslim ediyorsunuz! Hele günümüzün dinamikleri düşünüldüğünde... Kitap böylesi bir çocuğun 21. yüzyılda, sistem tarafından bir lokma haline getirilip bir çırpıda nasıl yutulacağının değil, olup bitenleri tersine çevirerek nasıl kazanılabileceğinin öyküsü. Öyküde, başkahraman Clayton gibileri, en başta hedef haline getirip, onları tükete tükete bitirmeye yatkın bir yapıya rağmen, aynı zamanda iyi eğitimciler ve duyarlı bir müdür (Bay Kelling) de var. Kendisini ti’ye alan bir çocuğa, gerekli cevapları verirken aynı zamanda oğlanın yeteneğini de teslim eden bir tavırla karşımızda duran bu müdür, bugün eğitim ya da herhangi bir alanda aradığımız temeller konusunda da yol gösterici bir yana sahip. Taviz vermeden nasıl iyi ve şefkatli bir eğitimci olunabileceğini, nerelerde ve nasıl taviz vermenin eğitimi ve genç insanları zedelemeyeceğini, tüm bu olup bitenlere rağmen nasıl insan kalınabileceğini, eğitimin karşılıklı bir deneyime denk düşebileceğini biz okurlarla açık açık ve buna karşın son derece alçakgönüllü ve içten bir dille tartışıyor. Sonuçta kitap boyunca, herkes bir biçimde değişiyor. Ama en çok Clayton!
Müdür Bay Kelling, Clayton’ın ilk etapta bulunduğu ‘haylaz’ noktadan farklı bir noktaya çekilmesine yol açan ağabey Mitch’le birlikte, birbirlerinden habersiz bir biçimde Clayton’dan bir Clayton daha çıkarmayı başarıyorlar. Bu Clayton, ilkine göre çok daha ‘başarılı’, daha az öfkeli ve hiç kuşkusuz daha duyarlı biri. Bu duyarlılık sayesinde geçmiş, şimdi ve belki de gelecek arasında gerçek kimliğini keşfetme fırsatını da yakalayabilecek biri. Clayton cephesinden bakıldığındaysa, bu elbette son derece zorlayıcı bir süreç. Başta, birlikte haylazlık yaptığı ve çok eğlendiği arkadaşlarını geride bırakması gerekiyor. Macera, tehlike ve eğlence fikirleriyle yüzleşmesi de cabası... Bu sürecin sonunda ise Clayton’ın arkadaşlarına, ailesine, okuluna, müdüre, öğretmenlerine ve dolayısıyla yaşama yeni merceklerle bakması da söz konusu oluyor. Tüm bunlara değer mi? Bir ihtimal. Eğlenceli mi? Galiba... Metnin sonuna doğru ise, yeni bir okula başlayacak olan Clayton’ın eğlence ile kurduğu yaşam denkleminin ona nasıl bir rota çizeceğini de anlıyoruz. Mizah ve çarpıcılık diyelim ve sırrı diğer okurlara bırakalım. Kitap, aynı zamanda baş edilemez, haşarı, serseri biçiminde uzayıp giden sıfatlara yüzeysel biçimde sığıştırılmaya çalışılan çocukların, Clayton özelinde, nasıl yaratıcılığa doğru çekilebileceğinin çok net ipuçlarını da taşıyor. Her öğrencinin açık bir potansiyeli olduğunu, o potansiyeli bulmak içinse eğitim kadar, gerçek eğitimcilere ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu anlatması anlamında da biçilmiş kaftan!
Bu noktada “Dünya olumlu anlamda değişebilir mi?” sorusuna da net bir cevap özelliği taşıyan ‘Haylazların Kralı’, yazarı Andrew Clements aracılığıyla insanları değiştirmeden, onların içerisindeki gizli gücü nasıl hayata ve yaratıcılığa taşıyabileceğimizi de yorumluyor. Sırf bu yüzden bile göz kamaştıran bir metin!