Güncelleme Tarihi:
Atillâ Dorsay izlediği filmlerdeki ve okuduğu kitaplardaki karakterlerle empati kurmayı seven bir entelektüeldir. Onun bu güzel özelliği yazılarında hep vardır ama sinema dışındaki fikir yazılarında daha da doruğa çıkar. Bu anlamda okuruyla kurduğu iletişim ilgi çekicidir. Bazen bir konudaki kendi kafa karışıklığından girer meseleye ve okuyucusunun da kendi kafa karışıklığıyla yüzleşmesini sağlar. Sonra oradan bilinç akışı tekniğiyle yazılmış gibi düşüne düşüne okuruyla birlikte bir yere varır Dorsay. Bu yer, her zaman hoşgörülü, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir yerdir. Toplumsal hafıza onun için en az bireysel hafıza kadar önemlidir. Yazılarında bunu sürekli vurgular, hatırlatmalarda bulunur.
Irkçılıkla ve genel anlamda ayrımcılıkla ilgili hassasiyetlerini de, yazdığı her mecrada farklı yazılarla dile getirmiştir. ‘Irkçılığı Gördüm Tanıyorum’ kitabı, 1988’den 2021’e kadar bu temaların etrafında dolaştığı yazılarından oluşmuş. Tarihi hatırlatmalarla, yer yer esprili çıkışlarıyla, elbette bol bol sinema referanslarıyla ve her zamanki samimi üslubuyla genç okurlara da göz kırpan yazılar bunlar.
Özellikle Türkiye’nin içinde debelendiği farklı türden ayrımcılıklarla ilgili pek çok makale var kitapta. Ermeni yurttaşlarımızla olan ilişkilerimiz sıkça Dorsay’ın ilgi alanına girmiş bir konudur mesela. Kitapta ünlü Ermeni müzisyen Charles Aznavour ile 2002’de yaptığı sıcak bir söyleşi de mevcut. Yunan-Türk çekişmesi, varlık vergisi meselesi ve 6-7 Eylül olayları, Yahudi soykırımı, töre cinayetleri, radikal milliyetçilik, Kürt meselesi, siyasetimizdeki ayrımcı dil, Hollywood sisteminin Afro-Amerikalı sinemacılara gizli veya açık ırkçılığı gibi netameli konularda samimi fikir yazıları yer alıyor bu toplamda.
‘Yılmaz Güney Kitabı’ da aslında 2000 yılında Güney Yayınları’ndan az sayıda basılan ve artık zor bulunan efsane kitabın yenilenmiş baskısı. Üstelik 2000 yılı sonrasında çıkan Yılmaz Güney tartışmaları hakkında ikinci bir cildi de gelecekmiş sonra.
Yılmaz Güney, Türkiye sinemasında olduğu kadar Atillâ Dorsay’ın kişisel hayatında da önemli bir yere sahip olan bir ‘dost’tu. Türkiye’nin bu her daim zor olan ikliminde çok çalkantılı bir hayat yaşamış, dünya sinemasında da önemli bir yer edinmiş Yılmaz Güney’in filmlerine ve Türkiye’de yaşadıklarına yaptığı tanıklığı son derece akıcı bir kurguyla sunuyor bize Dorsay. Güney’in kendi cümlelerine sık sık rastlıyor, onunla sohbet ediyor gibi hissediyoruz. Dorsay empati duygusunu bu kez efsane bir sinemacının zihinsel anatomisini çıkarmak için çalıştırıyor, bizi de ustaca bu çalışmanın içine katıyor.
Güney’in 1974’te söylediği “Biz halkımıza götürmemiz gereken sinemayı götüremedik. Götürdüğümüzü sandığımızı bile götüremedik” sözü özellikle onun başyapıtlarından biri olan ‘Umut’tan sonraki filmleriyle de ne kadar anlam kazanıyor. Kim bilir bu toprakların insanının kendi ülkesinde yaşadığı ayrımcılıkları çok daha çarpıcı filmlerle anlatmayı ne kadar da istiyordu.
Her zaman çok bilinçli, öngörülü ve harikulade yetenekli bir sanatçımızı bu ülke atmosferi boğmuş, rahat bırakmamış ve maalesef korkunç bir suç işlemesine de neden olmuştu. Dorsay, bu trajik olaylarla dolu hayatın belgelenmesi konusunda önemli bir kaynak oluşturmuş kitabıyla. Güney’in senaryosunu yazdığı ya da yönettiği filmlerin eleştirileri, filmlerine uygulanan sansür kararlarının içyüzü, Güney’in hayatını bıçak gibi kesen o talihsiz cinayet, hapis hayatı, Fransa’ya kaçışı, ‘Yol’ filminin dünya çapındaki başarısı, 10 Eylül 1984’te gelen ölüm haberi... Hepsini gazete haberleri ve Dorsay’ın o günlerde yazdığı yazılarla kronolojik olarak takip ediyoruz.
Ama kitabın en çarpıcı bölümü Dorsay’ın İmralı Cezaevi’nde 1980 yılında 12 Eylül darbesinden hemen önce onunla yaptığı ve bu kitap dışında hiçbir yerde bulunmayan uzun söyleşisi...