Güncelleme Tarihi:
Çağdaş sanatın dünya çapındaki en önemli temsilcilerinden Edoardo Tresoldi, Geberit’in bu yıl 6’ncısı düzenlenen “Zamanın Ötesinde Tasarım Kaşifleri” etkinliği kapsamında Türkiye’ye geldi. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) tasarımcı ve mimarlar ile bir araya gelen İtalyan sanatçı, "İnsanlara ‘bozulmuş’ olanı, saf olmayanı anlatabileceğim basit dili bulmaya çalışıyorum" diyor. Ocak 2017'de Forbes tarafından ’30 yaşın altında en etkili 30 Avrupalı sanatçı'nın arasında gösterilen Tresoldi, Hürriyet’in sorularını yanıtladı.
Kendinizi ‘mekanların sanatçısı’ olarak tanımlıyorsunuz ve şeffaflık eserlerinizde önemli bir yer tutuyor. Sizin için ‘şeffaflık’ nedir?
Şeffaflık, çağdaş dünyada ‘saf olmayanı’ anlattığım bir dil. Tıpkı boş bir kutuyla çalışmak gibi. Bu sayede içinde olmasını istediğin şeye karar verebiliyorsun. Klasik mimaride de bu dil, farklı peyzajlarla bağ kurabilmek için kullanılıyor. Benim için şeffaflık, istediğim hikayeyi mekanlarda anlatmamı sağlayan bir tür filtre.
Neleri filtreliyorsunuz?
Eser için farklı bir kompozisyon ve eserin dış dünyayla kurduğu farklı bir ilişki… Ben burada bir heykel yapsam ve insanlar onun etrafında dolaşsalar, bu eserle kurdukları bir ilişkidir. Ancak ben görünen manzara ve insanlar arasında bir filtre yarattığımda, buradaki dil daha zengin bir hal alıyor. Hatta etrafında dolaştığınız her noktada farklı diller ortaya çıkıyor. Şeffaflık oldukça güçlü bir şey. Tıpkı sonsuzluk gibi. Burada mekanın materyalini anlamanız gerekiyor.
Belki boşluklar da size bir şeyler söylüyordur…
Ben işe bir heykeltıraş olarak başladım. Heykeltıraşsanız farklı maddelerle çalışıyorsunuz ve anlatmak istediğiniz şeyler için farklı materyaller seçmeniz gerekiyor. Ancak şeffaflık olduğunda ortada bir materyal de bulunmuyor. Bir şekil üzerinde hiçbir madde olmadan çalışıyorsunuz. İlginç olan şey ise bu kez o şeklin dili üzerinde çalışmaya başlıyorsunuz. Ortaya koyduğunuz şeklin nasıl bir mekanda olduğu ve bunu nasıl ortaya koyduğunuz önemli hale geliyor.
İNSANLAR HEM MİMARİ HEM DE GÖKYÜZÜYLE BAĞ KURABİLSİN
Galeride değil, dışarıda olayı seviyorsunuz. Siz kendi eserlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kamusal alanda çalışmalar yapmak güzel sanatlardan çok farklı. Sanat eserinizi farklı unsurlar oluşturuyor. Bir eseri, bir enstalasyonu hayal ettiğimde ya da tasarlamaya başladığımda içine girdiğim mekanın bendeki izlenimini araştırıyorum. İnsanlara ‘bozulmuş’ olanı, saf olmayanı anlatabileceğim basit dili bulmaya çalışıyorum. İnsanlar bir katedralin içine girip hem mimariye bakabilsinler hem de gökyüzüyle bir bağlantı kurabilsinler istiyorum.
Tel örgüler, dış dünyayla bağlantı kurmayı sağlıyor ancak aynı zamanda bir sınır da çiziyor. Bana sınır boylarındaki telleri hatırlatıyor. Aynı zamanda bir sınır da diyebilir miyiz?
Bu dışarıda bir şeyleri bırakmak değil ama onu emmek ve özümsemek. İçeriden ve dışarıdan bir ayrılık yok. Parmaklıklar aynı zamanda iki taraf arasında bir bağ kurar, bir duvar gibi ayırmaz. Bu tel örgülerin sağladığı bir tezat. Ben içeriden de dışarıda olmayı ve dışarıdan da içeride olmayı seviyorum. Bu da şeffaflığın bir potansiyeli. Negatif şekillerle çalışıyorum. Yani bir şekli yaratmaktansa, onun etrafındaki boşluğu inşa ediyorum. Aslında bu ‘saygı için çit örmek’ gibi bir şey. Sınırlar da tıpkı böyle; Ben diğer ülkeye saygı duyuyorum ve bunun için sınır çiziyorum. Bu bir şeyleri tahrip etmek için değil, diğerini benden korumak için.
Eserlerinizde hangi konuları işliyorsunuz? ‘Siponto Bazilikası’ ve 'Küp Tapınak’ gibi eserlerinizde manevi yönüyle öne çıkan modeller göze çarpıyor.
Bir bakıma doğru ancak eserlerimde kesinlikle dini bir söylem yok. Objelerin ve yaşadığımız yerin kutsal taraflarına odaklanıyorum. Kutsal dediğim şey, özel ve derin anlar yaşadığımız mekanlar. Özellikle de doğal arazilerde ve doğal unsurlara yaşadıklarımız. Eserlerimde neo-klasik dönemden kutsallıkla bağdaştırılan yapıları kullanıyorum. Endüstriyel bölgelerde ya da çok pis yerlerde klasik bir resim veya enstalasyon görmek de bu tezatlığı yaşatıyor. O anın kutsallığını. Eserlerimin konusu sanırım deneyimi hissetmek.
ZITLIKLAR BENİ ETKİLİYOR
Size en çok ilham veren şey nedir?
Duruma göre değişiyor. Endüstriyel parçalarla kurulan doğal şeyler, bu zıtlıklar beni etkiliyor. Farklı disiplinlerden de etkileniyorum. Konsere ve müzik performanslarına gitmeyi seviyorum. Sahnedeki sanatçının insanlarla kurduğu etkileşim bana gerçekten ilham veriyor. Rönesans dönemi, neo-klasik sanat ve mimariden de etkileniyorum. 6 yılımı Roma’da geçirdim. Sanırım bu dönem eserlerim üzerinde etkili oldu. Bu eserlerin dilinin farkına vardım ve kendi anlatmak istediklerimi anlattım. İnsanların eserlerimden ne anladığını ve onlar aracılığıyla ne gördüğünü, buradan nasıl bir dil çıktığını anlamaya çalışıyorum.
Eserlerinizin bazıları dünyaca ünlü birçok müzik festivalinde sergilendi; Roskilde, Coachella… Sanırım festivalleri seviyorsunuz.
Evet, müzik festivallerinin eserlere kattığı boyutu seviyorum. İnsanlar bunun için aylar önce bilet alıp o anın gelmesini bekliyor ve birkaç boyunca da anın tadını çıkarıyorlar. Bu tür organizasyonlar hızlı fakat yoğun bir şekilde geçer. Sıradan bir kamu alanında yapılan sanat çalışmasından çok farklı. Herhangi bir kamusal eserde insanlar ile eser arasında uzun yıllar süren ilişkiler kurulabilir. Ancak konsere gelen kişiler, eserin orada sadece birkaç gün sergilendiğini biliyorlar ve kendilerini bu anlamda özel hissediyorlar. Bu farklı bir algı yaratıyor.
ESERİN ÜZERİNDE BARFİKS ÇEKEN DE OLDU
Müzik festivallerinde sevdiğim bir diğer şey, insanlar oraya benim eserlerimi görmek için gelmemesi. İnsanlar oraya Beyoncé’yi, sevdikleri sanatçıları görmeye geliyor. Ve bir anda benim yaptığım bir eseri görüyor. Bu da insanların eserime doğal yaklaşımlarını görmemi sağlıyor. İnsanlar bir bienale gittiklerinde orada birçok sanat çalışmasıyla karşılaşacaklarını biliyorlar. Coachella’da insanlar esere yaklaşıp barfiks çekiyordu. Neden olmasın, olabilir. Bu tepkiler, eserlerimde görmek istediğim esas şey.
GÖRÜNMEZ ESERLER YARATMAK İSTİYORUM
Peki, neden tel örgüler?
Tel örgüyle çalıştım çünkü heykeltıraşlık olmadan bir şekli çalışmak istiyordum. Fiziksel olarak güçlü fakat bulutların şeklini de alan… Çıkış noktam, yapacağım sanat eseri ya da enstalasyonun zemine ve insanlara karşı agresif olmamasıydı. Yaratmak istediğim şeyin görünmeze yakın olmasını istiyordum. Mesela yanından üçünü geçişinizde farkına varın ve onu keşfetmek için daha çok zaman ayırın. Görünmezlik, onu görmek için daha çok odaklanmanızı ve daha dikkatli olmanızı gerektiriyor. Örneğin, kısık sesle çalan bir şarkı duyduğunuzda onu duyabilmek için daha çok dikkat kesilirsiniz, sese yaklaşırsınız. Bu da daha samimi bir ilişki kurulmasını sağlar. Aynı zamanda, bu görsel sanatları benim yorumlama biçimim.
İlk kez tel örgüye dokunduğunuz anı hatırlıyor musunuz? “Ben kesinlikle bununla çalışacağım” dediğiniz bir an oldu mu?
5 yıl önce keşfettim. İlk dokunduğumda da elimi kestim. (Gülüyor) Çünkü ilk taktığımda elimde eldiveni yoktu. (Bileğindeki ve kollarındaki kesikleri göstererek) Her tarafını kesiyor. Tıpkı bir kedi gibi. Çok enteresan. Yumuşak ve sanal gibi görünüyor ama güzel sanatlara kıyasla fiziksel olarak büyük bir emek istiyor. Fiziksel bir sürecin yanında zihinsel kısmı da var çünkü şeklin negatifini oluşturup onu çalışıyorsunuz.
“Geçicilik” kavramının eserlerinizin vazgeçilmez bir parçası olduğunu ifade ediyorsunuz. Peki zamanda ve mekanda “devamlılıklara" da inanıyor musunuz?
Arkeolojik alanda çalışmaya başladığımda (Siponto Bazilikası adlı eserini yaparkenki süreçten bahsediyor), zaman çizgisinin potansiyelini gördüm. Bazen geçmişe bakıyoruz ve köklerimizi görüyoruz. Bazen de geleceğe bakıp, gelecekteki nesilleri ve kendimizi görüyoruz. Ancak tam da bulunduğum noktadaki bir hikaye anlatıcılığı bana ilginç geliyor. Şimdiki zamanın bir parçası olma imkanı veriyor. Kendimi özgürce ifade edebilmemi sağlıyor. Kendimi bugünde özgürce ifade edebilmem için de geçmişe ve geleceğe saygı duymalıyım diye düşünüyorum.
HER NESİL KENDİNİ ÖZGÜRCE İFADE EDEBİLMELİ
İnsanlık tarihinde geçmişe yapılan bazı müdahaleler görmek mümkün. “Ben bunu yaptım ve geçmişten gelen miras da umurumda değil” diyerek yapılanlar. Ancak bizim çağımızda bunun tam tersi mümkün. Geçmişe saygı duyuluyor ve geçmiş bugündeki birinin kendini ifade etmesini engellemiyor. Ben de bunu yapmak istiyorum. Bugün özgürce kendimi ifade etmek ve benden sonra gelecek nesillerin de aynı şekilde kendini ifade edebilmesini istiyorum. Bu yüzden üzerinde çalıştığım arazide oldukça dikkatliyim. Ve benim eserim orada 10 yıl ya da 20 yıl kalabilir. Ve gelecek nesiller ve değerler geldiğinde benimkinin tersine çalışmalar yapabilir. İfade özgürlüğünün bu noktada önemli olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde sizin ifade özgürlüğünüzü engelleyen yapılar olduğunu düşünüyor musunuz? Onları değiştirmek ya da yıkmak ister miydiniz?
Bu ilginç bir soru. Sanırım bir şeyleri değiştirmek istemezdim. Herkesin kendini özgürce ifade etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazen bana hiç hitap etmeyen ifade biçimlerine rastlıyorum. Ancak bu farklılıktan da hoşlanıyorum. Bir yapıyı değiştirmek yerine, kendi bakış açımdan bir başka boşlukta çalışmayı tercih ederim. Materyallerin bir dönüşüm süreci var. Bu da eserin değerini farklılaştırıyor.
JENERASYONLAR ARASINDAKİ FARKI SEVİYORUM
Her zaman bir yaşlı adam çıkıp, “Şimdiki gençler değer bilmiyor” diyecektir. Ama bu yeni jenerasyonun değer bilmediğini göstermez sadece farklı değerlere sahiptirler. Her zaman bu ikisi arasında bir fark olacaktır. Ben de aradaki bu farkı seviyorum. Bozulan bir şey gördüğümde onu tamir etmeye çalışmıyorum. Sadece ona bir filtre koyuyorum ve başka bir değerin, başka bir unsurun üzerine odaklanıyorum.
TASARIMIN GELECEĞİ
Tasarımın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Dijitalleşme bunu nasıl etkiler?
Şuna eminim ki yaşadığımız dünya çok daha sanal bir hale gelecek. Sanallaşma dediğim, yaşadığımız dünyadaki boyutların değişmesi anlamına geliyor. Sanallık yeni bir şey değil. Arkeolojik alanlarla kurduğunuz ilişki de bir anlamda sanal. Örneğin bir amfi tiyatroya girdiğinizde orada da şimdiki anı yaşamıyorsunuz. Böyle yerlerde eski çağları hissetmek adına boyutunuzu değiştiriyorsunuz. Ancak gelecekte materyal olmayan şeylerin, tasarımın merkezi olma konusundaki gelişimine tanık olacağız. Aslında çoğu zaman maddi olmayan değerler üzerine maddi ürünlerle konuşuyoruz. Çağdaş sanatta ise maddi olmayan değerler üzerine sanal ürünlerle konuşuyoruz.
Kendi adıma, fiziksel ve analojik deneyimleri anlamaya çalışmaya devam edeceğim. Çünkü aynı zamanda fiziksel bir dünyada yaşıyoruz. Ancak şuna eminim ki bizim fiziki dünyayı algılama biçimimiz değişebilir. Ve bu algı, bizim bir şeylerle kurduğumuz ilişkiye göre değişir. Örneğin, günümüzdeki çocuklar telefon, bilgisayar ve televizyon ekranına, orada bir fotoğraf ya da video görmeye çok alışkın. Ancak yoldan geçen bir inek gördüklerinde muhtemelen çok şaşıracaklardır. Bu da onlara farklı bir duygusal deneyim katıyor. Şimdi de ilk kez bir ekran gören büyükannenizi ve büyükbabanızı düşünün. Çılgına dönmüşlerdir. Onlar ise yolda bir inek gördüklerinde şaşırmıyorlardı.
İSTANBUL’DAKİ CAMİLERİN RESTORASYONUNDAN ETKİLENDİM
Türkiye’de sizi etkileyen şeyler oldu mu?
Birçok şeyden etkilendim. 6 yıl Roma’da yaşadım ve İstanbul’u da böyle algılıyorum. Sert bir kültürel tabakalaşma, sokaklarda güçlü bir enerji ve burada var olan güçlü kökler. Tabi ki buradaki kutsallık birçok büyük şehirden daha fazla. 1 yıl önce de birkaç günlüğüne İstanbul’a gelmiştim. O zaman beni en çok etkileyen şey camilerin restorasyonu olmuştu. Birçok iskele, inşaat ve levhalar… Çok ilginçti çünkü bir yanda çok eski yapıları görüyorsunuz diğer yanda bu yapıya çağdaş stil müdahalelerini. Tabi bunu birçok yerde görüyoruz.