Güncelleme Tarihi:
İlk romanı ‘Kopoy’da, taşradan İstanbul’a gelip hapsolduğu iş hanında tutkulu bir aşk yaşayan Osman’ın hikâyesini okumuştuk. ‘Ajar’da da ilk romanında vadettiği yetkin bir dille, iyi hikâye anlatıcısı olma sözünü tutuyor, Barış Andırınlı. Gündelik veya sıra dışı olaylarda, insanlığın her halini ağırlaştırmadan sergileyen bir üslubu var. Kimi zaman olay örgüsü dilinin önüne geçse de kendine özgü dili, her daim varlığını hissettirmeye devam ediyor. Yazar, sırf edebiyat olsun diye, dilini süsleyip halı sahaya smokinle çıkarmıyor. Dildeki bu ölçülülük ve yerli yerindelik, kurguyla öyle ustalıkla bütünleşiyor ki, yazarın metin üzerindeki hâkimiyeti son kelimeye dek kendini hissettiriyor. Akıcı, ritimli anlatımıyla, oldukça yoğun olay örgüsü içinde, pek çok olasılığa da kapı aralıyor. Hikâyelerin iç yüzünü sırasıyla değil, iyi kurgulanmış bir zamanlamayla gösteriyor. Sağlam kurgu, gelgitlerin akışına kapılmıyor.
Barış Andırınlı gerçekçi romanlar yazıyor diyebiliriz. Anlatısıyla, 80 sonrası dönemin toplumsal panoramasını çiziyor. Kısa cümleler, akıcı diyaloglar ve amacına hizmet eden tasvirlerle, hepimizin tanık olduğu bu dönemin, gözümüzün önünde olan ama hiç temas etmediğimiz yanlarını gösteriyor.
Görebildiğim kadarıyla kitapta ‘ve’ kullanılmamış, diğer bağlaçlar, edatlar da eser miktarda serpilmiş. İnsanlığın her halini aynı mesafeden aktaran yazar, her anlatının yoluna çıkan normatif veya didaktik taşlara takılmadan, hikâyesini, hayatın ve edebiyatın oluğundan ustalıkla akıtmış. Ne hayata güzelleme yapmaya ne de kahramanlarını yüceltmeye girişmiş.
'AFİLİ FİLİNTA' DEĞİL...
‘Ajar’ın kahramanı Ahmet de ‘Kopoy’daki Osman da iki binli yıllarda edebiyattan fırlayan afili filintalarla arkadaşlık etmiyor. Öte yanda; Cemil Kavukçu, Füruzan, Sabahattin Ali veya Hasan Ali Toptaş kahramanlarıyla yarenlik etseler yadırgamayız. Andırınlı’nın sesi bu kuşak yazarların arasından geliyor. Türlü cambazlıklarla okurun aklını çelen, ironiyle alay arasında salınan, diğer sanat dallarıyla veya edebiyat eserleriyle metinler arasılıktan dem vuran, ayrıntıları gösteriş amaçlı, müsrifçe saçan, şiddet ve cinsellik öğelerini salça eden, bilimkurgu, mitoloji, tarih veya felsefeyi her açığa dolgu yapan, derinlikten yoksun seri üretim metinler okumaktan sıkılmışlar için, edebiyatta alan açan bir roman; ‘Ajar’.
Metinde yer yer geçen Almanca cümlelerin bazıları, çevrilmeden, okuru yabancılaştırmak işleviyle, öylece bırakılmış. Ahmet’le empati kurularak ilerleyen okuma, bu cümlelerin geçtiği yerlerde okuru, Ahmet’in diyalog içinde olduğu diğer karakterlerin yanına yerleştiriyor. Buna ek olarak Ahmet’i tam da artık kavramaya başladığımızı düşündüğümüz anlarda, onunla ilgili yeni bir gerçek açığa çıkaran yazar, okuru ondan uzaklaştırıyor. Böylece Ahmet’i okura tam olarak teslim etmiyor. Selim İleri’nin ‘Kopoy’ için yazdığını bu roman için yinelemekte sakınca görmüyorum: ‘Ajar’, tutarlı bir dille kendi dünyasını kuran, okuyucudan bu dilin kodlarına ve kurallarına uymasını talep eden bir kitap.
Barış Andırınlı taşrada yetişmiş, yatılı okumuş. Cemil Kavukçu gibi. İki yazar da iyi bildikleri erkek dünyasını anlatıyor. Kavukçu, bir söyleşisinde “Ben kaybeden insanlara çekiliyorum” demiş. Barış Andırınlı da yaşamı ıskalamış, tutunamamış insanları yazıyor. Oğuz Atay’ınkinin tersine kentli değil, Andırınlı’nın kahramanları. ‘Ajar’da Ahmet, taşradan yatılı okul nedeniyle çıkıp şehre gidiyor. Füruzan’ın dediği gibi, parasız yatılı kendisine bir lütuf gibi sunuluyor. Andırınlı’nın yatılı okulu, Füruzan’ınkinden zalim. Orada başına gelenlerden sonra hayata atılıyor. Yokluk ve yoksunluklarla geçen bir hayat.
DÜNYA EDEBİYATINA DA GÖZ KIRPIYOR
Ahmet’in şehirdeki yaşantısı sırasında, sıkıntı, atalet, kasvetle şehre uyamayan, gittiği yeri taşralaştıran, içindeki boşluğu dolduramayan, taşrasını söküp atamayanlarla, kentlilerin hikâyeleri birbirine karışıyor. Tüm bu yerelliğin içinde, evrensel olan yitip gitmiyor, tam tersine kendini güçlü bir şekilde hissettiriyor. Yazar, tuhaflığı, acayip olanın yaşamını anlatıyor. Bir an için yerele dair olanı, taşrayı ayıklasak, romanın dünya edebiyatından bambaşka yazar ve eserleri çağrıştırdığını duyabiliyoruz. Haruki Murakami’deki fantastik unsurları kenara koyarsak, Andırınlı’nın yarattığı atmosferle benzerlik sezilebiliyor. Üstelik Andırınlı, detaylar konusunda savurgan değil. Murakami gibi tasvirleri (yersiz) uzatmıyor.
Batıda yaşayan Uzakdoğu kökenli yazarların, kültürlerinden kaynaklı, romanlarına sızmış mesafeli ve soğukkanlı bir hava var. Bu, Andırınlı’da da fark edilen bir mesafe. Örneğin, Murakami’nin ‘İmkansızın Şarkısı’ romanı. Yarım kalmış aşklar, yazışmalar, arka planda işlenen toplumsal olaylar, sade ve açık aktarım, duygu yoğunluğu... Önemli bir fark olarak, Murakami’de kadın erkek ilişkileri tüm çıplaklığıyla yaşanıyor; zaman zaman sıcak bir yakınlıktan yoksun olsa da. Oysa, Andırınlı’nın erkekleri, kadınları yarı yolda bırakıyor veya daha en baştan kaçıyor. Sevgi dolu bir ilişki kurma konusunda marazlı, güdük, eksikler.
Kazuo Ishiguro da ‘Beni Asla Bırakma’ romanında, çok özel ve farklı bir yatılı okulda başlayan olayları anlatıyor. Hikâyeleri hiç benzemese de tesadüf eseri, ‘Ajar’ boyunca tekrar eden “Beni unutma” repliği, iki romanın da en derininde yatan yaraya dokunuyor: aidiyet. İki romanda da insanın içine çöken hüzünle, acaba bir sonraki sayfada karakterlerin hayatları değişecek mi sorusu, okurun peşini bırakmıyor.
Taşra veya değil, bu çıkışsızlık hali, aidiyet, tuhaflık anlatıları, dilin sadeliği ve derinliği, okurları, sadece bu coğrafyada yazan Cemil Kavukçu, Hasan Ali Toptaş, Sait Faik, Füruzan ile diyaloğa sokmakla kalmıyor; farklı topraklardan beslenen, bilimkurgu veya fantastik edebiyat türünün uluslararası kalemlerine kadar götürüyor.
AJAR
Barış Andırınlı
Çınar Yayınları, 2018
416 sayfa, 360 TL.