Güncelleme Tarihi:
Aslında kitabın adı ‘Edebiyatın Kısa Tarihi’ (Alfa Yayınları). ‘Little History of Literature’ 2013’te yazılmış; John Sutherland, Victoria dönemi edebiyatına, geçen yüzyılın romanına ilgi duyan bir yazarmış. Yapıtı dilimize Tufan Göbekçin kazandırmış.
Bu soy kitaplar birbirinin tekrarı, hatta birbirinden aşırma yorumlarla, sözümona saptamalarla dolup taşar. Bizden örnek vermek gerekirse, sözgelimi Tanpınar ne yazmışsa, okursunuz, falancayla filanca da cümleleri az buçuk değiştirip yinelemişlerdir. Cevdet Kudret, Abdülhak Şinasi Hisar’ı geçmişsever olarak nitelemişse, bu geçmişseverlik artık Hisar’ın yakasına yapışmıştır...
Sutherland ise kişisel yaklaşımıyla, Shakespeare gibi bir yazarda bile yeni yorumlara, değerlendirişlere yol almış: “Shakespeare sahnede karakterlerin zihninin içine girme yöntemini mükemmelleştirmiştir. Başta tragedyalar olmak üzere bütün büyük oyunları monologlara yani zihin içinde olup bitenlere dayanır.”
Sutherland, Laurence Olivier’nin 1948 yapımı ‘Hamlet’ yorumunu hatırlatıyor: Olivier ünlü “olmak ya da olmamak”ı “dudaklarını kıpırdatmadan ve yüzünde sabit bir ifadeyle” oynamış. Filmi birkaç kez izledim, kavrayamamış, ayırt edememiştim.
Öyleyken, zihinden geçenleri edebiyata ilk yansıtanlardan mı Shakespeare? Belki de yüzyıllar öncesinden yirminci yüzyıl romanına imkân tanıyanlardan...
PROUST VE MÜZİK...
Mehmet Rifat’ın yeni kitabı ‘Ruhların İletişimi’ni (Yapı Kredi Yayınları) tadını çıkara çıkara okuyorum. Bir de altbaşlığı var kitabın: ‘Proust ve Müzik’. Proust’un sonsuz kibirli züppelerinden sonra Mehmet Rifat ‘Kayıp Zamanın İzinde’de müzik izleklerine açılıp gitmiş. Aziz arkadaşımın gerçek bir Proust uzmanı, ‘bilirkişi’si olduğu nasıl yadsınabilir?!
Bir yandan da Leyle Erbil’in eşsiz güzellikteki denemesini hatırladım: Erbil, ‘Zihin Kuşları’nda Vinteuil’ün ‘Sonat’ını didik didik eder; ‘Sonat’ı bütün bilinmezlikleriyle biz okurlara bırakır...
Mehmet Rifat, Proust romanlarındaki besteci Vinteuil’ü açılımlarken Debussy’den Wagner’e kadar uzanıyor, başka Proust yorumcularının görüşlerine yer veriyor, sonra da -’Proust ve Besteciler’ bölümünde- inanılmaz ayrıntıları saptıyor. O kadar ki, ‘Kayıp Zamanın İzinde’yi -elbette Roza Hakmen’in çevirisinden- handiyse tekrar okumak gerekecek. (Okumak yetecek mi? Birçoğunu tanımıyorum o bestecilerin!)
‘Ruhların İletişimi’, Proust’un gizli alaycı dilini harmanlayarak yazılmış. Mehmet Rifat, Proust’tan iz sürerek Liszt’i karşımıza çıkarıyor; alıntı şu: “Zaten o sırada bunamaya başlamıştı(...)” Dünden beri yarı bunak Franz Liszt’i gözümün önüne getirmeye çalışıyorum.