Edebiyatın sonsuz tarihi...

Güncelleme Tarihi:

Edebiyatın sonsuz tarihi...
Oluşturulma Tarihi: Nisan 19, 2018 14:17

John Sutherland ‘Edebiyatın Kısa Tarihi’de bir bakıma deneysellikten yararlanıyor ve dünya edebiyatına düşkün okurlara yepyeni şeyler söylüyor. Çok yararlanacaksınız.

Haberin Devamı

Aslında kitabın adı ‘Edebiyatın Kısa Tarihi’ (Alfa Yayınları). ‘Little History of Literature’ 2013’te yazılmış; John Sutherland, Victoria dönemi edebiyatına, geçen yüzyılın romanına ilgi duyan bir yazarmış. Yapıtı dilimize Tufan Göbekçin kazandırmış.
Bu soy kitaplar birbirinin tekrarı, hatta birbirinden aşırma yorumlarla, sözümona saptamalarla dolup taşar. Bizden örnek vermek gerekirse, sözgelimi Tanpınar ne yazmışsa, okursunuz, falancayla filanca da cümleleri az buçuk değiştirip yinelemişlerdir. Cevdet Kudret, Abdülhak Şinasi Hisar’ı geçmişsever olarak nitelemişse, bu geçmişseverlik artık Hisar’ın yakasına yapışmıştır...
Sutherland ise kişisel yaklaşımıyla, Shakespeare gibi bir yazarda bile yeni yorumlara, değerlendirişlere yol almış: “Shakespeare sahnede karakterlerin zihninin içine girme yöntemini mükemmelleştirmiştir. Başta tragedyalar olmak üzere bütün büyük oyunları monologlara yani zihin içinde olup bitenlere dayanır.”
Sutherland, Laurence Olivier’nin 1948 yapımı ‘Hamlet’ yorumunu hatırlatıyor: Olivier ünlü “olmak ya da olmamak”ı “dudaklarını kıpırdatmadan ve yüzünde sabit bir ifadeyle” oynamış. Filmi birkaç kez izledim, kavrayamamış, ayırt edememiştim.
Öyleyken, zihinden geçenleri edebiyata ilk yansıtanlardan mı Shakespeare? Belki de yüzyıllar öncesinden yirminci yüzyıl romanına imkân tanıyanlardan...

Edebiyatın sonsuz tarihi...

Proust niye “15 yıl süren 7 ciltlik” romanını yazdı? Sutherland şöyle yanıtlıyor: “(...) kapsamlı otobiyografik romanında hayatın ileriye doğru yaşandığı ama geriye doğru anlaşıldığı görüşünden başlar. Buna göre, hayatımızın belli bir noktasında geride kalan şeyler önümüzde duran şeylerden daha ilgi çekici olur.”
Ünlü madlen keki de işte bu sebeple ‘Kayıp Zamanın İzinde’ye kapı aralamış. Elbette tartışılabilir: Proust’un her şeyi -madleni de- uzun uzadıya kurguladığı ileri sürülebilir. Sutherland gönül rahatlığıyla “Anlatıcı (yani Proust)” diyor; bu iddia da tartışılabilir, zaten epey tartışılmıştır. Ama, hayatın ancak geri doğru bakıldığında yorumlanması yine çok çekici.
Gelelim Virginia Woolf’a; Sutherland “kendine ait edebiyat” tanısını koyuyor. Woolf’u çağının öteki bilinç akımı romancılarından handiyse apayrı bir yere yerleştiriyor: “Romanları zarif bir biçimde feminist prensiplerle bezeliydi ama her şeyden önemlisi ‘deneysel’di, yani İngiliz edebiyatına yeni bir soluk getirdi.”
Sürekli bilinç akışı tekniğiyle ilişkilendirilmiş ‘Orlando’ romancısının deneyselliği pek öne çıkarılmamıştır. Oysa başta ‘Orlando’, Virginia Woolf bütün romanlarında -hatta öykülerinde, hatta düzyazılarında- deneysellikle daima haşırneşir; onun deneyselliği bugüne hâlâ yeni ufuklar açmıyor mu?
‘Edebiyatın Kısa Tarihi’ de bir bakıma deneysellikten yararlanıyor ve dünya edebiyatına düşkün okurlara yepyeni şeyler söylüyor. Çok yararlanacaksınız.

Haberin Devamı

PROUST VE MÜZİK...
Mehmet Rifat’ın yeni kitabı ‘Ruhların İletişimi’ni (Yapı Kredi Yayınları) tadını çıkara çıkara okuyorum. Bir de altbaşlığı var kitabın: ‘Proust ve Müzik’. Proust’un sonsuz kibirli züppelerinden sonra Mehmet Rifat ‘Kayıp Zamanın İzinde’de müzik izleklerine açılıp gitmiş. Aziz arkadaşımın gerçek bir Proust uzmanı, ‘bilirkişi’si olduğu nasıl yadsınabilir?!
Bir yandan da Leyle Erbil’in eşsiz güzellikteki denemesini hatırladım: Erbil, ‘Zihin Kuşları’nda Vinteuil’ün ‘Sonat’ını didik didik eder; ‘Sonat’ı bütün bilinmezlikleriyle biz okurlara bırakır...
Mehmet Rifat, Proust romanlarındaki besteci Vinteuil’ü açılımlarken Debussy’den Wagner’e kadar uzanıyor, başka Proust yorumcularının görüşlerine yer veriyor, sonra da -’Proust ve Besteciler’ bölümünde- inanılmaz ayrıntıları saptıyor. O kadar ki, ‘Kayıp Zamanın İzinde’yi -elbette Roza Hakmen’in çevirisinden- handiyse tekrar okumak gerekecek. (Okumak yetecek mi? Birçoğunu tanımıyorum o bestecilerin!)
‘Ruhların İletişimi’, Proust’un gizli alaycı dilini harmanlayarak yazılmış. Mehmet Rifat, Proust’tan iz sürerek Liszt’i karşımıza çıkarıyor; alıntı şu: “Zaten o sırada bunamaya başlamıştı(...)” Dünden beri yarı bunak Franz Liszt’i gözümün önüne getirmeye çalışıyorum.

BAKMADAN GEÇME!