Edebiyatı nerede aramalı...

Güncelleme Tarihi:

Edebiyatı nerede aramalı...
Oluşturulma Tarihi: Haziran 22, 2017 13:34

Kurmaca kişilerin sahici kişilerden farksız olduğu düşünülmeden yazıldığı için mi burada birbirine benzerlik çoğaldıkça çoğalıyor... Yazarın cesareti marifeti katlayan cümlelerde değil, saf su gibi akan cümlelerde görünür. Keşke yazarak deneyebilsek...

Haberin Devamı

Anlatacak ne kadar önemli bir hikâyen olursa olsun onun bir kurmaca metne yol açması için tam orta yerindeki nedenin ortaya çıkarılması gerektiğini okuduğumuz iyi kitaplar gösterir. Anlatmaya değer bulduğumuz hikâyelerimizin başkaları için de okunmaya değer oluşu nereden geliyorsa bir öykünün ya da romanın varlık nedeni tam o noktada belirir.
Hikâyenin ilgi çekici olduğunu dinleyerek de görebiliriz. Dinlemekle görmek aynı düzeyde duruyor. Onu aynı zamanda okumak içinse, nitelikli bir dil aracılığıyla bize sunulması gerekir. Orada bütün hikâyeyi anlatıcısını kullanarak aktarırken kendisi saklanan yazar, böylece elini üstlerinden ayırmadığı kurmaca kişileri öldürmekten pişmanlık duymaz. Bu yazarın ne yaptığını bilip bilmediğinden kuşkuluyum. Bilseydi yolunu değiştirir miydi, onu da sanmıyorum. Sanki düşünmüyor ama kendileri yaşayıp konuşmak isteyen kişilerini sustururken hem onların yerini alıp hem de onların yazarı olduğunu aklına getiriyor mudur? Yanlış reçeteyle yaptığı çorbanın hep tatsız olmasının nedeni, merak edip tadına bakmadan başkalarına sunması. Evde söz hakkı tanımadığınız çocuğun kişilik kazanmasını beklemek gibi bu.

Haberin Devamı

Kurmaca kişilerin sahici kişilerden farksız olduğu düşünülmeden yazıldığı için mi burada birbirine benzerlik çoğaldıkça çoğalıyor. Hep bir ve bütün bir toplum arandığına göre. Tersinin yapıldığı söylense de, o günün -geçerli- edebiyat anlayışına uygun öyküler ve romanlarla dişlileri çoğalan çark her geçen gün daha hızlı dönmeye başlıyor. Ve kapılıp gidiliyor bu çarka.
Aslında yazmaktan ne anladığınıza bağlı her şey. İlerde yalnızca yazarak yaşamak istiyorum, diyen gencin safdil hayali bir yana, kazanmak değil ama çok satmak isteyen yazarların sayısı belki sandığımızdan daha çok. Edebiyatın hem bir yaratıcılık hem de göze girmek, tanınmak, belki de sevilmek için yapıldığı yerde anlatım biçiminizin çok kendinize özgü olmasına, sağlam taşlarla örülmüş güvenilir duvarlara gerek kalmaz. Cümleleri süsledikçe beğenenlerin çoğaldığını gören yazar, çeşitli abuklukları rasyonelleştirmeye başlar. Öte yanda kendini göstermeye çalışmayan dilin niçin uzun ömürlü olduğunu düşünmek de istemez. Aharon Appelfeld’in ‘Ruhun Kuytusunda’ ya da Gerbrand Bakker’in ‘Dolambaç’ romanlarının dilinin alışılmış olanın dışında, dümdüz görünen ama sırrına yaklaşılması zor yalınlığı, insanı can yakıcı hayatların içine sıkıştırır. Ama kim okur onları.

Haberin Devamı

Yazarın cesareti marifeti katlayan cümlelerde değil, saf su gibi akan cümlelerde görünür. Keşke yazarak deneyebilsek. Per Petterson’un ormanın içinde yaşananları anlatırken kurduğu uzun cümlelerin bir tekinin bile kendi dışına göndermeden ve kendinden başka kılıklara girmeden yazıldığını görebilirsiniz. Hikâye oradan tek tek insanların davranışlarına geldiğinde, bu kez sadeliğin nasıl etkileyici olduğu görülür. ‘At Çalmaya Gidiyoruz’ romanı bir kere okunmakla yetinilmeyip hiç değilse ikinci kez okunursa, Per Petterson’un edebiyatın aslında ne olduğunu anlattığı da görülebilir. Sahici bir deneyimdir bu.
D. H. Lawrence, “Roman hayatın tek aydınlık kitabıdır” demiş. “Kitap havadaki bir titreşimden ibarettir. Ama titreşim olarak roman canlı insanı tepeden tırnağa titretebilir.”
Hayranlığın sonu hayal kırıklığıdır ama yazarlarımın en asil kanlı olanlarından Lawrence’a duyduğum hayranlığın beni bundan sonra da yanıltmayacağından eminim.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!