Güncelleme Tarihi:
‘Tuhaf Duygular Tuhaf Diyaloglar’ adlı kitabı elime aldım. İlk aklımdan geçen “Bu zamanlarda ne tuhaf değil ki!” oldu. Ebru Ceylan’ın yeni kitabı. Türü deneme... En zor türdür bana kalırsa deneme. Hem yazması hem de okura ulaşması en zor olan tür. Bana ulaşıp ulaşmayacağını merak ederek başladım okumaya. Daha ilk satırdan aldı beni içine. Çok tanıdıktı. Biraz, kesinlikle klişe olacak ama bana beni anlatıyor gibi! Hani tam en çok saklanmak istediğiniz yerde birinin gelip sizi bulması gibi bir his uyandırdı içimde. Neyse ki kitap okumak yalnız yapılan bir etkinlik. Dolayısıyla bu kitabı okurken her “Ben de böyle hissettim” dediğinizde yakalanma riskiniz yok. Aslına bakarsanız kitabın vaadi daha ilk sayfada: “Gece sokakta saklambaç oynarken saklandığı karanlık, kuytu köşede dünyayla, yıldızlarla ve kendinle baş başa kalmak. Sonra bu mucizevi karşılaşmanın kudretinden korkup koşarak ortaya çıkmak. Ebelenmek.” Ebelenmeye var mısınız?
MAHREMDE BİR YOLCULUK
İçimden defalarca geçirdiğim, sonra geçirdiğim için tuhaf bulduğum pek çok duygu kitapta çıktı karşıma. Bir buluşmaya herkesten önce gidip kimsenin gelmediğini görünce etrafta bir tur atıp sanki yeni geliyormuş gibi yapmak mesela. Üstelik bu kadar saçma davrandığın için kendine söylenmek. Ya da hani bazen misafir gelir. Muhabbetten sıkılırsın ve ne zaman gideceğini öğrenmek için saçma sapan sorular sorarsın. Elbette ev sahipliğine zeval gelmesin diye bunu kimseyle paylaşamazsın. Ama artık biliyorum ki yalnız değilim. Benim gibi o tuhaf duyguları hisseden pek çok kişi var.
Ebru Ceylan’ın gözlemleri sonucu kaleme aldığı kitap hem yalnız olmadığımı gösterdi hem de insan beyninin işleyişinin ne kadar benzersiz olduğunu. Bazen kendimi utançtan kıpkırmızı olmuş yakaladım bazen de kendi kahkahamdan korkup havaya sıçradım. Tuhaf olmadığını bilmek güzel his ya da pek çok insanın benim kadar tuhaf olduğunu bilmek! Daha da ötesi insan beyninin mahrem odalarında yolculuk etmek. Elbette tehlikeli de mahreme bu balıklama dalış. Çünkü kitabı okuduktan sonra gözüne baktığım her insanın hangi tuhaf duygusundan dolayı kendiyle cebelleştiğini hayal etmeye başladım.
Duygulardan diyaloglara hızlı bir geçiş yapayım istiyorum. Hani konuşurken mantıklı gelen ama kendi sesimizi duyduğumuzda çok güldüğümüz diyaloglar. Günlük hayatımızda pek çok kez şahit olduğumuz konuşmalar bunlar. Televizyondaki kötü dizilerden ve filmlerden duyduğumuz. Elbette bir örnek vereceğim. Yazının sonuna kadar sabretmeniz yeterli. Ebru Ceylan’ın -ki kendisi hem fotoğrafçı, hem oyuncu hem de senarist ve anladım ki çok da iyi bir gözlemci- kitabı okura tam da 12’den ulaşan bir deneme. İnsana, insanın duygularına tutulan bir ayna. Ve aynada gördükleriniz sizi çok eğlendirecek. Düşündürme kısmı da var elbette. Klişeye kaçmamak için onu da okura bırakıyorum.
Tuhaf bir diyalog: Kadirizm
– Ne güzel filmdir o ya. Neydi, “Sevgi mi emek mi?” Sence?
– Bence sevgi.
– Aaaa niye?
– Eee, bi insanla emek verdiği için beraber olmak, ona minnet duymaktır aslında bi bakıma. Minnet sağlıksız bir duygu bence. İnsanı borçlu durumuna sokar. İnsan bir süre sonra karşısındakini bir alacaklı gibi görmeye başlar. Hatta bundan nefret bile doğar. Sevgi daha bağımsız, daha gerçek bir duygu bence, alacağın vereceğin olmadığı.
– Bence yine de emek.
– Niye peki?
– İnsan sadece gerçekten sevdiği ve istediği bir şeye emek verir. Sevgi emeksiz de olur. Sevgide bir fedakârlık, bir bedel yoktur. Sevgi kendiliğinden olur. İnsan kendisi için sever. Ama emek, sevdiği şey için bedel öder. Onu sadece istemez, hak eder. Yani emek sevgiyi de kapsayan çok daha geniş bir duygudur bence.
– Sen olsan hangisini seçerdin yani sonuçta? Valla ben Kadir İnanır.
– Ben de.