Güncelleme Tarihi:
Ne tuhaf, ilk kitabı roman olduğu halde -‘Dar Zamanlar Üçlemesi’nin ilki, ‘Ölmeye Yatmak’ (1973)- ben Adalet Ağaoğlu’nu ilkin öyküyle hatırlarım, ‘Yüksek Gerilim’ (1974). Kişisel bir nedenden olabilir, o zamanlar öykü yazardım, pek çok da öykü kitabı okurdum. Adalet Ağaoğlu’nun da en sevdiğim kitaplarındandır ‘Yüksek Gerilim’. Genç okurlardık, şair arkadaşım Ömer Ateş Kızıltuğ ile bu kitaba çok özendiğimizi hatırlıyorum. Büyük olasılıkla aramızda şöyle konuşmalar da geçti: “Birey-toplum diyalektiğini çok iyi yakalamış!”, “Sosyalist Gerçekçiliğin çağdaş örneklerinden...” György Lukacs’ı yeni okumaya başlamıştık, ‘Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı’, demek ki onun söyledikleriyle Ağaoğlu’nun öyküleri arasında bir uyum buluyorduk. Bu da bizi ‘birey-toplum diyalektiği’ açısından pek sevindiriyordu belli ki. Sanırım o sıralarda ‘ironi’ sözcüğünü telaffuz etmiyorduk henüz. İronik olmasın diye belki de! Oysa durumumuz tam anlamıyla ironikti!
Adalet Ağaoğlu’nun ilk romanı ‘Ölmeye Yatmak’tan son romanı ‘Dert Dinleme Uzmanı’na (2014), ilk öykü kitabı ‘Yüksek Gerilim’den yeni öykü kitabı ‘Düşme Korkusu’na tüm yapıtlarında ortak olan nedir diye sorulsa, önce ‘aydın sorunu’ ve buna bağlı olarak da ‘ironi’ yanıtı verilir herhalde. Aydınla ironinin yan yana gelmesi de bana kalırsa hiç ironik değil, ama ironik biçimde diyalektik! Adalet Ağaoğlu’nun neredeyse tüm yapıtında baştan başa dolaşan ‘aydın’, özellikle aydın kadını, yazar da yakından tanıdığı için, hem haletiruhiyesini hem de toplumsal konumunu ve durumunu yakından gösterir bize. Hepsi Cumhuriyetçi olmamakla birlikte, aydın sorununa odaklanmış ya da değinen bir ‘Cumhuriyet romanları/ romancıları ailesi’ var. Büyük aile, aslında ‘dekadans’. Kimi Osmanlı’ya bağlı biraz mahcup bir biçimde, kimi evin asi oğlu, kimi özgür kızı, ama çoğunda da eleştiri ağır basıyor. Yakup Kadri’den (‘Yaban’) başlayan, Kemal Tahir’de, Attilâ İlhan’da Kemalizm, askerler üzerinden süren, en sıkı eleştirisini Oğuz Atay’da (‘Tutunamayanlar’) bulan ve Adalet Ağaoğlu’nun da aydın/kadının sorunlarını masaya yatırdığı bir aile bu. Aralarında benzerlik bulabilene aşk olsun! Cumhuriyet değerleriyle yetişme hakkını eleştirel düşünce çerçevesinde öyküleri ve romanlarıyla kullanan, böylece yalnızca edebi olmakla kalmayıp, tarihsel, politik, tabii en çok da sosyolojik değerlendirmeler yapan, kabuller ve itirazlar geliştiren beş benzemez.
Hakkını vermek gerek, hem öyküleri hem romanları hem oyunları, günlükleri, yazıları ve denemeleriyle her dönem ses vermiş bir aydın olmanın yanı sıra dönemin sorunlarını, kaygılarını, değişimlerini, gelişmelerini, ‘edebiyat gündelik olanın, beklemeden, sıcağı sıcağına yazıya aktarılmasından zarar görür’ gibi, eh bizim biraz ‘fildişi kule’ söylemi saydığımız yargılara aldırmadan yazmış ve Türkçenin büyük ve önde gelen yazarlarından biri olarak iyi edebiyatını okurla buluşturmayı başarmış ve bunu sürekli kılmıştır Adalet Ağaoğlu.
‘Yüksek Gerilim’, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin, ‘Hadi Gidelim’ ise 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yaptığı fenalıkların öyküleridir çoğunlukla, tabii bay aydın ya da bayan aydınları da bir an bile göz önünden ayırmadan. Kemal Tahir’in dediği gibi “Dikkat isterim!” ilk kitap müdahaleden 3 yıl, ikincisi 2 yıl sonra yayımlanmıştır. İlkinde lise öğrencisiydim, ikincisinde üniversiteyi bitiriyordum, özellikle 12 Eylül darbesinde bırakın döneme değinen öyküler yazmayı, suya sabuna dokunmayan yazılar yazmak bile kuşkuyla karşılanan işlerdi. Darbe dönemlerinin karanlığını, ağırlığını, suskunluğunu, o kasveti, baskıyı, toplumun üzerine çöken karagöğü ve dilsiz bırakan pası büyük bir ustalıkla anlatır Adalet Ağaoğlu. Öykülerde özellikle atmosfer çizmekte üstüne yoktur. Doğrusu Türkiye’nin koşullarının, askeri, sivil darbeler, darbe girişimlerinin de yazarı, sanatçıyı hem edebiyatı, sanatı hem de ‘Hayatı Savunma Biçimleri’ (1997) konusunda ne denli yetenekli ve usta yaptığını da hepimiz biliriz!
Adalet Ağaoğlu için gerçekçilik, her yapıt için yeni yapılar kurmak, biçimler geliştirmek ve söylemler oluşturmak anlamına da gelir ki, onda çoğu zaman şiire yeni başlamış bir genç şairin coşkusu da hissedilir. Yeni kitabı ‘Düşme Korkusu’nda da bu gençliği, coşkuyu, elbette korkusuzluğu görürüz. İroniyi bu kez bir halk anlatısı, masal, söylence, mübalağa içinde kullanmış, üçüncü sayfa haberi tarzında olaylardan yola çıkarak, bir anlamda da karakter çözümlemeleri yaparak, memleketimden düşme korkularını yazmaya başlamış. Başlamış diyorum çünkü bu kapı açılırsa oradan girecek daha çooooook korku vardır bence!
Adalet Ağaoğlu, ‘Düşme Korkusu’nda da hallerimizi ve halsizliklerimizi ‘ustalık korkusu’nu yenerek -düşme korkusundan daha tehlikeli bence- adeta ‘efendimiz acemilik’ diyerek yazıyor, üstelik hevesi ve samimiyeti öyle ileri götürüyor ki, kitabı yazma nedenini de bir tür saflık içinde dile getirmekten de kendini alamıyor: ”Son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan duramıyorum. Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırtüstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş yavaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlaka bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. ‘Düşme Korkusu’ adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var” diyor.
Bilin bakalım memlekette en az hangisi var?
DÜŞME KORKUSU
Adalet Ağaoğlu
Everest Yayınları, 2018
75 sayfa, 15 TL.