Güncelleme Tarihi:
1900’lü yıllarda çoğunlukla teknoloji ve uzay temelinde ya da ideolojik alanlarda filizlenen distopik anlatılar, 2000’li yıllarla birlikte daha çok çevresel felaketlere, yani dünyanın kaderine dair fikirler üreten anlatılara dönüşüyor. Distopya algımız sanki giderek yaşanması olası felaketler karşısında bize ipucu verebilecek hayatta kalma öyküleri aramaya evriliyor. Megan Hunter’ın Ayça Çınaroğlu çevirisiyle Türkçeye kazandırılan romanı ‘Sondan Sonra’ da bunun son ama alışılmadık örneklerinden biri.
Bir yaşamdan kopuş ve yeni bir yaşam inşa etme anlatısı olan kitap, ironik bir biçimde hem Londra’nın bir felaketle sular altında kalışı hem de anlatıcımızın ‘dünya’ya yeni bir yaşam getirişiyle başlıyor. Dünya başına yıkılırken kucağında bir bebekle hastaneden ayrılan isimsiz karakterimizin evi, Londra’nın çoğu noktası gibi çoktan sular altında. Bu yüzden eşi R ile birlikte, ailesinin evine gidiyorlar. Şimdi burada beş kişiler ve yaşadıkları felakete hepsi kendi yöntemleriyle direnmeye çalışıyor: Karakterimiz bebeğini besliyor, R bahçede kalaslardan sanki onu tufandan kurtaracak bir gemiymişçesine bir kulübe inşa etmeye çalışıyor, G sürekli konuşuyor, N ise durmaksızın televizyonda bir yarışma programı izliyor. Fakat çok geçmeden küçülüyor, azalıyorlar. Sular kadar zihin de birbirlerinden ayrı düşürüyor onları. Sonunda yine ikisi kalakalıyor: Anne ve bebek. Yaşamın çekirdek formülü gibi. Kamplarda kendileri gibi diğer anne ve bebeklerle karşılaşıyor, hayata beraber direniyor, yollarını beraber aramaya başlıyorlar.
KİMSENİN BİR İSİM İÇİN VAKTİ YOK
‘Sondan Sonra’yı bilindik distopyalardan ayıran en önemli özellik, yokoluşun aksiyonuna kapılan bir roman olmayışı. Kahramanın bir kadın ve bir anne olarak bunu göğüsleyişi ve kabullenişine odaklanan kitap neredeyse şiirsel bir anlatımla, gelişmelerin detaylarına takılmadan sadece bir akış anlatıyor. Geriye sadece sarih bir şekilde bir annenin, yaşam tükenmek üzereyken dünyaya gelmiş bebeğiyle varoluş mücadelesi ve yaşamı keşfediş serüveni kalıyor.
Megan Hunter ayrıca karakterlerini sadece birer harfle isimlendirerek bu tuhaf anlatıyı kuvvetlendiren bir yaklaşım sergiliyor. Verdiği bir söyleşide karakterlerini böylece evrensel kılabildiğini, öte yandan içinde bulundukları durumda kimsenin bir isim için vakti olmadığını açıklıyor.
Yazar her ne kadar şehir olarak Londra’yı seçmiş olsa da üslubundaki sarihlik gereği karakterleri kadar mekânı da belirsizleştiriyor ve yaşananların dünyanın herhangi bir yerinde olabileceğini hissettiriyor. Tüm bu detaylar, ‘Sondan Sonra’yı insanlık bütününde algılayabilmek için oldukça yardımcı oluyor ve metnin etkisini derinleştiriyor.
HER SON BİR BAŞLANGIÇ
Her son bİr başlangıç Hunter, anlatısını yaradılış destanlarından yaptığı alıntılarla da zenginleştiriyor. Romantizme düşmeden her sonun bir başlangıç getireceğine atıfta bulunuyor. Sadece teslimiyet ve kabullenişle sanki “Olanlara felaket demek insanların tercihi, yok olmak kaderleri. Doğa her zaman kendini yeniler. Her şey yeniden başlayabilir ve insanın burada olup olmaması doğanın umurunda değil” diye fısıldıyor.
Hunter’ın bu telaşsız anlatısı ve tevekküllü yaklaşımı ile ‘Sondan Sonra’, yaşam oldukça umudun da tükenmediği fikrinde mutabık kalıyor ve anne-bebek figürünü temele koyduğu öyküyü iyimser bir omurgaya yerleştiriyor.
Sondan Sonra
Megan Hunter
Çeviren: Ayça Çınaroğlu
Yapı Kredi Yayınları, 2019
96 sayfa, 12 TL.