Güncelleme Tarihi:
“Çıkış, insanın hemen yanı başındaki bir tepenin yamacında ya da evinin iki adım uzağındaki bir nehrin kıyısında olsa bile, bunun bilincine varmak için bazen dünyanın sonuna kadar gidip dönülmelidir.” Böyle diyor Le Breton, yürüme eylemine yeni övgüler sıraladığı, bu övgüler sanki hiç bitemez gibi, son kitabı ‘Hayatı Yürümek’te. Ve doğru söylüyor, insan aslında milyonlarca yıldır, ‘sürgün olduğu’ dünyadan çıkışın yollarını bulmak için yürüyor. O yüzden de yürüyenler (dünyadan çıkışın yolunu bulacağına inananlar) azalsa da, yürümenin modası ve önemi hiçbir zaman tam olarak geçmiyor.
Le Breton’un Türkçede yayımlanan ‘Yürümeye Övgü’ (2003) kitabı çok ses getirmişti. Yazar ‘Yürümek: Yollara ve Yavaşlığa Övgü’ (2012) isimli bir kitap daha yazdı ama kitap sanırım Türkçede yok. Ve şimdi de ‘Hayatı Yürümek/Sakin Bir Mutluluk Sanatı’ ile karşımızda. Tam da bahar gelmiş, insan soğuk ve kasavetli kışın dondurup büzüştürdüğü kaslarını yeniden kan ve ateşle doldurup uzun uzun yürümek istemişken… En azından benim için bu böyle. Sırf hafta içi, yağmurlu havalarda, geç saatlerde yahut herkesin bir şeylerle uğraştığı zamanlarda yürüme özgürlüğümden feragat etmemek için kim bilir nelerden feragat ettim. Ve yürüdükçe, Sait Faik’in dediği gibi, nasıl da açıldım.
‘Hayatı Yürümek/Sakin Bir Mutluluk Sanatı’nı sanırım en çok da bu yüzden sevdim. Benim gibi yürüdükçe açılanların bu konu hakkındaki fikirlerini toplayıp bir çeşit yürümeyi sevenler kulübü oluşturduğu, bizi birbirimizden haberdar ettiği ve çok önemli bir şeyi, hayati bir şeyi, yalnız olmadığımızı gösterdiği için. Yalnız yürüyen, kendi bacakları ve zihniyle ve bu haliyle belki de dünyadaki en yalnızlaştıran eylemlerden birini yapan insan aslında yalnız olmadığını görmek için yürür. Etrafta insanlar vardır, çiçek açmış ağaçlar ve bir tür bilince sahipmiş gibi duran yollar…
Kitapta yürüme sanatı hakkında yazmış pek çok isimden anekdotlar da yer alıyor.
Mesela Jorge Luis Borges, kişinin kat ettiği sayısız yolu mekânda resmedilmiş bir tür otoportre olarak tanımlıyor. Sanatçı Richard Long’un 1967’de bir tarlada bir yıl boyunca aynı çizginin üzerinde yürüyüp bir patika meydana getirdiği ve bunu ‘A Line Made by Walking’ isimli bir sanat eseri olarak sunduğunu yazıyor.
Simone de Beauvoir, Marsilya’da öğretmenlik yaptığı ve zaman bulduğu anda uzaklaşıp Provence’ı, sadece spor ayakkabıları ve bir çanta dolusu azıkla, başka hiçbir ekipman olmadan yürüyerek kat ettiği gençlik yıllarını özlemle hatırlıyor: “Yürürken o kadar büyük coşku duydum ki, akşam dönüş için o küçük yeşil arabaların birine bindiğimde aklımda sadece tek bir düşünce vardı: Bunu yinelemek.”
Primo Levi ise Auschwitz Kampı’ndan kurtarılmasından birkaç hafta sonra, kötü durumda olmasına rağmen, hayatta olduğunu vücudunun her zerresinde hissetmek için sarhoş bir şekilde Katowice’yi arşınlar: "Harika sabah havasında, onu harap olmuş ciğerlerimin ta dibine bir ilaç gibi çekerek saatlerce yürüdüm. Elbette bacaklarıma pek güvenmiyordum ama yürüyerek vücudumun mülkiyetini yeniden kazanma, neredeyse iki yıldır ağaçlarla, çimenlerle ve köknar ağaçlarının polenlerini o topraktan bu toprağa taşıyan güçlü rüzgârın hayatın tohumlarını titretişinin hissedildiği o ağır kahverengi toprakla kestiğim teması yeniden kurma dürtüsünü içimde hissediyordum..."
Ekranlara gömülüp kahverengi toprağa basmayı unuttuğumuz bu günlerde Le Breton’un sanatçılar, filozoflar ve yazarların yürümeye övgülerini toparladığı bu harikulade kitabı okuyarak yürüme iştahımızı yeniden kabartabiliriz. Benim iştahım kabardı mesela. Her gün deniz kenarından başlayarak yürüdüğüm yolu bugün biraz daha uzatmayı planlıyorum. Hem belki bu kez dünyadan çıkışın yolunu bulurum.
HAYATI YÜRÜMEK
SAKİN BİR MUTLULUK SANATI
David Le Breton
Çeviren: Gizem Şakar
Sel Yayınları, 2023
160 sayfa.