Güncelleme Tarihi:
Uygarlık tarihini kişiler üzerinden okumayı denediğimizde, görüntü hafızamızın derinliğine seslenen bir portreler dizisinden oluştuğunu fark ederiz. Her ne kadar günümüzde portre fotoğrafı, kişinin kim ve hangi konumda olursa olsun kendisini engellenemez bir biçimde fotoğrafta görme/gösterme arzusuna dönüşmüş de olsa, insanlık tarihinin günümüze kadar gelişini, önce resim sanatında portre geleneği, daha sonra da fotoğraflar aracılığıyla portre fotoğrafçılığı üzerinden doğru bir biçimde okuyabiliriz.
180 yıllık fotoğraf geleneğinde portre fotoğrafı, resim sanatının tüm pratiklerini bu yeni buluş üzerinden başarıyla kullanmıştır. Ressamın, modeli karşısında saatler boyunca yaptığı çalışma, fotoğrafın kendi olanaklarıyla dakikalara indirgenmiştir. Benzetme ile yorum arasında gidip gelen ressamlar saatlerce desen çizer, haftalar boyunca tuvallerini boyarlar ve artık kendileri tarafından eklenecek tek fırça darbesi kalmadığında resmin bittiğine karar verip imzalarını atarlardı. Bu süreç bazen yılları bulurdu.
Oysa doğru anda deklanşöre basma, yani “karar anı” olarak tanımlayabileceğimiz fotoğraf çekme edimi tek hareketle, yani perdenin açılıp kapanmasıyla başlayıp saniyenin küçük bir parçası içinde sonlanır. Alternatif arayışıyla da üzerine dört-beş poz daha çekilerek süreç tamamlanır. Sonrasında ise, kontakt baskılar üzerinden yapılacak titiz bir seçim aşaması ile tarih içinde kalacak karenin hangisi olacağına karar verilirdi.
İstanbul Modern’de yarın ziyarete açılacak ‘Lütfi Özkök: Portreler’ sergisi, onun yaşamı boyunca çektiği 1.500 portre fotoğrafı arasından seçilmiş 80 yazar ve sanatçının 89 portresinden oluşuyor. Yazılarına eşlik etmesi için fotoğraf çekmeye başlayan Özkök, daha sonra ona haklı ününü sağlayacak yazar fotoğraflarını çekerek edebiyat dünyasında tanınmıştı.
Fotoğrafçı, şair ve çevirmen Lütfi Özkök, fotoğrafını çektiği ‘ünlü’ yüzlerin ve yazdığı dizelerin ardında soylu ve mütevazı bir biçimde kalarak sanatını gerçekleştirdi. Ömrünü fotoğrafa ve edebiyata adamış olan Lütfi Özkök, bu iki sanatın birleştiği yerde yazarlar başta olmak üzere çektiği sanatçı portrelerini dünya fotoğraf dağarcığına unutulmayacak biçimde kazandırdı.
Başlangıçta Türkiye’nin edebiyat ortamlarında bulunan, ardından da ömrünü geçirdiği Stockholm’de özellikle İsveçli yazarları ve Nobel Edebiyat Ödülü alan edebiyatçıları çeken Özkök, işini olağanüstü bir duyarlılıkla yapması nedeniyle kısa sürede İsveç üzerinden tüm dünyada tanındı.
EDEBİYAT MERAKI
Aslında Özkök’ün serüveni 1943 yılında ilk kez yurtdışına gidişiyle başlıyor. İlk durağı sanıldığı gibi Stockholm değil, Viyana’dır ve Avrupa, 2. Dünya Savaşı’nın en hareketli günlerini yaşamaktadır. Kendini iflah olmaz bir şiir tutkunu olarak niteleyen Özkök, üzerlerine bombalar düşerken arkadaşlarıyla birbirlerine şiir okumaktadır...
Bir yıl sonra 1944’te Türkiye’ye dönen Özkök, ikinci kez 1949 yılında Paris’e mühendislik eğitimi almak için gider ve bu gidiş, edebiyat virüsünün içine iyice yerleşmesine neden olur. 1950 yılında uygarlık tarihi dersinde yol arkadaşı Anne-Marie ile tanışır ve aynı yılın Noel sabahı birlikte İsveç’e giderler. Bundan sonra tüm hayatı İsveç’te geçecektir Lütfi Özkök’ün. Burada bir şehircilik bürosunda 15 yıl çalışır. Maketler yaparak hayatını kazanır. Düzenli bir biçimde İsveçli şairleri Türkçeye çevirerek edebiyat ortamında şairliğiyle birlikte çevirmen olarak da varlığını sürdürür.
Edebiyata hep meraklıdır Lütfi Özkök. Salâh Birsel, Oktay Akbal, Fahir Önger, Limasollu Naci, Nermi Uygur İstanbul’da en yakın arkadaşlarıdır. Babası Feriköy’de balıkçıdır ve balıktan iyi anlar Özkök. Sıklıkla buluşurlar, arkadaşlarına uskumru alıp pişirir, sofralar kurup saatlerce edebiyattan, şiirden konuşurlar. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise dostlarına keman çalar.
Ondaki sanatsal ışığı gören ilk kişi Muhsin Ertuğrul’dur. Fotoğraflarına baktığı anda Oktay Akbal’a “Bu fotoğrafları çeken kişi şair olmalı” demiş. İsveç’te şairleri okuyor, onlarla tanışıyor, şiirlerini çeviriyor ve sonra da onları çekmek amacıyla yeniden fotoğrafa başlıyor Lütfi Özkök. Ama çektiği fotoğraflar o kadar ilgi çekiyor ki, gazetelerden ve dergilerden profesyonel olarak bedeli karşılığı bu portrelerden istiyorlar. Oysa bu fotoğrafları amatörce, keyfi için çekmektedir Özkök.
BECKETT FOTOĞRAFIYLA TANINDI
YÜZLERDE YAKALADIĞI OLAĞANÜSTÜ İFADE
Kapsamlı arşiviyle büyük bir sanat külliyatına sahip olan Lütfi Özkök ile 2003 yılının 5 Temmuz’unda, yağmurlu bir Stock- holm yazında tanışmıştım. Sıcacık, esprili ve neşe dolu bir insandı. “80 yaşındayım” diyerek söze başlamıştı ve hayat hikâyesinin kısa bir özetini paylaşmıştı benimle. Dünyanın en ünlü yazarlarını çekmiş, onların ünlerine ün katmış ve bilinir olmalarını sağlamıştı. İsveç hükümeti, 2002 yılında Lütfi Özkök’e en yüksek devlet unvanı olan Üstün Başarı Ödülü’nü vermişti. O günden en önemli anım, benim de fotoğraflarımı çekmiş olmasıydı.
İstanbul Modern’de açılan bu geniş kapsamlı sergi, ülkemizi kökleri ile olan bağlantısını her zaman koruyarak başarı ile temsil eden Lütfi Özkök’ün gözünden, bizlerin hayatlarını biçimlendiren sanatçıların bir resmi geçidini sunuyor. Kendisi artık bu dünyada değil ama fotoğraflarıyla, şiirleriyle, çevirileriyle yarattığı dünya o güzel enerjisiyle aramızda.
‘Portreler’ sergisi nedeniyle şair, çevirmen, fotoğrafçı; kıymetlimiz Lütfi Özkök’le uzun bir aradan sonra yeniden kucaklaştığımız için mutlu ve heyecanlıyız. Kendisine ‘Marc Chagall’a Saygı’ isimli şiirinin giriş dizesiyle bir kez daha merhaba diyoruz: “Bugün çocukluğumun bütün kandillerini senin için yakıyorum, usta!”
Küratörlüğünü Demet Yıldız’ın üstlendiği ‘Lütfi Özkök: Portreler’ sergisi, 3 Mayıs’a kadar İstanbul Modern’de.