Güncelleme Tarihi:
Taşı toprağı rant İstanbul’da, daha da mutenalaşan neresi kaldı ki? Elbette Dolapdere... ‘Cep kaşındıran’ bitpazarıyla 7/24 Feylosof Sokağı, direngen bir anıt olarak 1877 doğumlu Panayia Evangelistria Rum Kilisesi, veyahut şu aralar kendisine işçi arayan Platin bilardo fabrikasıyla, lastikçi ve endüstri imalathaneleriyle harala gürele, Dolapdere...
Şimdilerin ise Arter, Dirimart, Evliyagil ve Pilevneli gibi sanat galerilerinin yanı sıra lüks otel ve rezidanslara ev sahipliği eden, baş döndüren, insana nereye, hangi yıla bakacağını şaşırtan yaşayan bir zaman, algı ve mekân makinesi; Dolapdere.
Adı üstünde, sürekli akış halindeki Dolapdere’den, Hazer Özil idaresindeki Dirimart’taki ilk kişisel sergisi ‘Kıpraşım’dan (Ripple) sonra tekrar ve büyük bir farkındalık içinde, mesuliyet ve samimiyetle geçiyor; Ayşe Erkmen...
‘SOYLULAŞTIRMA’YA VURGU
Erkmen, bu projesinin de -hemen her projesinde olduğu gibi- ‘sanat alanı’ olarak galerinin fiziksel ve kavramsal duruşuna, niteliğine bir müdahale olduğunu vurguluyor:
“Evet, bundan beş yıl önce yaptığım ‘Kıpraşım’ sergisini, sadece galerinin değil, yakın çevresinde oluşan ‘soylulaştırma’nın (gentrification) neticesinde oluşturmuştum. Bir tarafta yıkım, diğer tarafta yapım vardı. Benim bu galerideki ilk sergim ve bu galerinin de yeni yapılmış duvarlarıyla ilk sergilerinden biriydi. Dolapdere’nin bu durumuyla galerinin bu durumu birleşti ve bana yapmam gerekenin o duvarların yer değiştirmesi gibi geldiğini gördüm. Bu beş yıl içerisinde, duvarlar saklandı ve depoda sabırla beklediler. Ben de bu değişen Dolapdere atmosferinde, gözle görülen birçok şey içerisinde bu duvarları tekrar kullanmaya karar verdim. Yani beş yıl önceki sergideki düşüncemden halen vazgeçmiş değilim. Dolapdere’de her yer yıkılıyor; birçok zanaatkâr yerini sanatçılara veriyor. Bununla ilgili bir şey yapmak istedim. Saklanan alçıpan duvar parçaları zaten bölünmüş durumdaydı. Bunların her birine bir renk seçtim ve her birinin kırık dökük kenarlarını da dışarıda bırakarak adeta monokrom bir resim şekline dönüştürdüm.”
Erkmen’in monokrom renklerdeki bu soyut manzara parçacıkları adeta bir ‘müzikalite’ vaat ediyor. Bir zaman ve anlam yontucusu olarak emek veren Erkmen, gündelik yaşamdaki hazır imgeyi bize geri getirme ısrarı içinde; yine kendini gösteriyor.
Bu açıdan da bir otoportre kıymeti edinen son sergisi ile sanatçının gerek 2011’deki 54. Venedik Bienali’nde aynı ‘geri dönüşüm’ zihniyetini küratör Fulya Erdemci’yle çağırdığı ‘Plan B’ projesi gerekse Münster’de 2017’de gerçekleştirdiği ‘Suda’ isimli mucizevi müdahalesi arasında, böylesi bir kavramsal peyzaj üretim teşebbüsü olduğu fikrimizi, memnuniyetle onaylıyor Erkmen:
“Bunları boyarken keşfettiğimiz bazı şeyler oldu. Örneğin bu alçıpanları boyarken ben üstlerinin daha dümdüz, pırıl pırıl olduklarını düşünüyordum. Önce onu düzleştirme fikri gelse bile bu artıkların, kırıklar ve bozulmaların, onun geçmişine ait bir şey olduğunu düşünerek, kendi manzarası olduğunu fark ettim. Bence sürpriz olarak çıkan yeni bir şeydi bu. Bunlar sanki kendi geçmişinden kalmış birer manzara gibiydi. Girintiler, çıkıntılar, düzlem ve nehirler gibiydiler. Bozulmuş bir cilt gibiydiler...”
Erkmen’in kullanmak üzere başvurduğu hazır malzeme olarak bu renklerin niçin böylesi ‘monokrom’, adeta vakur ve ‘pes’ bir tonalite içerdiği sorumuza şu yanıtı veriyor kıdemli sanatçı:
“Buradaki renklerin hiçbiri gerçek değil, hepsi ara renkler ve bunların hepsi, badana boyası. Bir alçıpan ne ile boyanmışsa, ben de onları bununla, çok iyi kalite alçıpan boyasıyla boyadım. Ama herhangi bir badana boyası da kullanabilirdim. Fakat bir yandan da ben bu parçaların güzel olmasını istedim. O nedenle çok tok, iyi, adeta kendisinde üçüncü boyutu olan bir markayı seçtim ve onunla boyandı. Daha evvel, çok eski zamanlarda AKM’de yaptığım bir sergim olmuştu, onda da badana boyası kullanmıştım. Bu badana renkleri ara tonlarda olur, çünkü insanlar evlerinde huzur ister. Tabii ki kıpkırmızı bir duvar olur ama genellikle istenen bir şey değildir.”
BİRER SOYUT MANZARA
Ayşe Erkmen için ‘Israr’ sergisinin izleyicide yaratacağı etki de göze aldığı önemli kıstaslardan biri. Bir galeride sergi yaptığının, galerinin fonksiyonunun farkında olan Erkmen, henüz açılıştan önce bir sanat kurumu ve bir sanatçının bu yapıtlardan ikisini edindiğini belirtiyor. Sonuçları merakla beklediğini söyleyen Erkmen, yapıtların ‘iyi huylu’ olmadıklarını kabul etmekle birlikte, bunların birer soyut manzara, bir yer oluşumu anlamı taşıdığını tekrarlıyor.
Sanatçının ‘Israr’ projesi, daha öncekilerde olduğu gibi, izleyiciye karşı aynı anda hem çok içten, hem de dıştan bir yaklaşım dengesi içinde. Eserleriyle ilgili olarak, “Kendilerini beğendirmek istiyorlar” diyen Ayşe Erkmen, günümüzde, sanat alanında sosyal medyanın da etkisiyle yaşanan mesafe ve mahremiyet meselesine ve bunun bir sanatçı olarak kendisini nasıl etkilediğine ise şöyle karşılık veriyor:
“Aslında ben sosyal medyadan hoşlanıyorum. Özellikle ‘emoji’ler, ‘bitmoji’ler... Hatta onunla ilgili bir iş de yaptım. Bence bunlar sanatçıyı tabii ki zorluyor. Çünkü onların yapabildiği işe ya bulaşmayacaksınız ya da daha iyi yapabileceksiniz. O yüzden şu anda bu NFT denilen konuyu anlayamıyorum. Çünkü onlar, sosyal medyanın becerebildiği alanların çok daha aşağısında, kolay yapılan şeyler. Onunla yarışmak mümkün değil. O zaman kendinize nasıl bir yol bulacaksınız? Bence bu bir sanatçı için büyük bir düşünme alanı olarak, beni de zorlayan bir şey.”
Bugünkü sanat piyasasının ise ‘berbat bir durumda’ olduğunu vurgulayan Erkmen, gerçekten çok iyi sanatçıların ucuza, çok kötü sanatçıların ise birden bire ‘olduğu’na dikkati çekerek, neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmediğimiz bir durumda bulunduğumuzun altını çiziyor. Bu açıdan sanat eleştirisinin önemli olduğunu vurguluyor.
Erkmen, ‘Kıpraşım’ sergisi esnasında, adeta ‘Israr’ sergisinin ömrünün de tayin olduğunu yineleyerek, bu yeni sergide duvara asılan her işin kendisini ‘bir resim gibi’ sergileyeceğini ve uzun ömürlü olması gerektiğini kaydediyor. Sanatçı, daha sonra, “Her işin bir ömrü olduğunu, ancak ömrünün en güzel anında da eskimeye yüz tutmadan, bitmesi gerektiğini” melankolik bir sağduyu ile kulağımıza çalıp, bizi tüm kibarlığıyla uğurluyor.
Ayşe Erkmen’in ‘Israr’ başlıklı sergisi, 27 Mart’a kadar Dirimart Dolapdere’de.