Güncelleme Tarihi:
“Havacılık tarihinin en büyük faciası” yazıp internette arattığınızda karşınıza ilk çıkan, “27 Mart 1977’de İspanya’nın Tenerife Adası’ndaki Los Rodeos Havalimanı’nda kalkışa hazırlanan KLM Hava Yolları’na ait Boeing 747, pistte Pan Am Hava Yolları’na ait Boeing 747’yle çarpıştı. Toplam 583 kişinin öldüğü kaza havacılık tarihinin en büyük kazasıdır” bilgisi oluyor. Gerbrand Bakker, 45 yıl önce gerçekleşen ve artık tamamen unutulan bu büyük felaketi ele almış romanında.
Bakker’ın son romanı ‘Berberin Oğlu’, annesinin karnındayken babası bir uçak kazasında ölen ve büyükbabasının berber dükkânını devralan Simon’un bir gün, o zamana dek pek üstünde düşünmediği bu kazayı araştırmaya, babasıyla ilgili bilgi toplamaya başlamasını ve sonrasında yaşananları anlatıyor.
‘Berberin Oğlu’nun ana kahramanları ‘Berber Simon’ ve onun önce müşterisi, sonra yakın arkadaşı olan ‘Yazar’dır. Yazar, yeni romanında Simon’un öyküsünü yazmaya karar verir, daha fazla ayrıntı öğrenmek ister. Simon dedesinden, annesinden pek bilgi alamaz ve uçak kazasını internette araştırmaya başlar. Böylece bu büyük felaketle ilgili birçok bilgiye ulaşır. Ama ulaştığı her bilgi kafasının daha çok karışmasına yol açar; olayı, nedenlerini, babasının rolünü anlamasını zorlaştırır.
Bu araştırma aslında babasıyla geç kalmış bir tanışmadır. Araştırdıkça babasıyla düşündüğünden daha fazla ortak yönü olduğunu anlar.
Dede mesleği berberlik romanın ana eksenini oluşturuyor. Dede berber dükkânını kurmuş, geliştirmiş, mahallenin odak noktalarından biri haline getirmiştir. Babanın berberlik yaşamının ise pek uzun sürmediğini anlıyoruz. 20’li yaşlarda, dedeyle birlikte çalışırlarken işini ve hamile karısını bırakıp ortadan kaybolmuştur. Onunla aynı sırada ortadan kaybolan biri de berber olmak için dükkânda staj yapan gençtir. İkisi de Tenerife’te kaza yapan KLM Hava Yolları’na ait uçaktadır. Bu kadar tesadüf de tabii ki dikkatlerden kaçmayacaktır. Ailenin üçüncü kuşak berberi Simon oldukça yalnız bir yaşam sürmektedir. Hayatı berberde ve dükkânın üzerindeki evinde geçmektedir. Hemen hiç arkadaşı olmadığını, aşk yaşamını ise günübirlik ilişkilerin oluşturduğunu anlıyoruz. Tek merakı yüzmektir ve yatak odasında ünlü yüzücülerin posterleri asılıdır.
Annesinin deyişiyle tembel olan Simon pek çalışmayı sevmediği için sadece randevuyla müşteri kabul etmekte, dükkânın kapısında asılı plakada daha çok ‘kapalı’ ibaresi yazılı olarak görülmektedir. Yazar da bu randevuyla gelen müşterilerdendir.
İsmi verilmeyen yazarın Gerbrand Bakker olduğunu düşünürüz. Yazar tiplemesi üzerinden hem günümüz yazarlarının günlük yaşamına bakış atmış oluruz hem de yazarın toplum içindeki yerini görürüz. Eğer çok ünlü değilseler yazarlar hiç tanınmayan kişilerdir. Adları bile bilinmez, ne yazdıkları pek merak edilmez. Bakker, yazarla ilgili bölümlerde ironik bir anlatımı seçmiş. Kendi haline güldürdüğünü düşünebiliriz. Neyse ki Simon eski müşterisi, yeni dostu yazara karşı duyarsız değildir. Yazarın ne yazdığını merak eder, romanlarını okur.
Simon’un tekdüze geçen yaşamında annesine yardım etmek için zihinsel engelli çocukların yüzme saatine katılması önemli bir değişiklik olacaktır. Yüzme havuzundaki etkinliklere gönüllü görevli olarak düzenli gidecektir. Bu sayede belki de yıllar sonra annesiyle diyalog kurabilecek, annesinin tüm ketumluğuna rağmen babası hakkında bilgiler almaya çalışacaktır.
Dedesiyle birlikte uçak kazasında ölenlerden kalan parçaların gömülü olduğu mezarlığa yaptıkları ziyaret, kazada ölenlerden birçoğundan geriye bir şey kalmadığı ve ölenler arasında babasının kimliğinin tespit edilmediğini fark etmesini sağlar. Mezarlıktaki anıtta kazada ölenler listesine babasının ismi yazılmamıştır.
Simon’un babası hakkındaki araştırmaları ve yazarla kurduğu ilişki anlatının merak unsurlarını oluşturuyor. Simon araştırmalarını sürdürürken, yazar da babanın başından geçenleri kaleme alıyor; evini, ailesini, ülkesini terk eden bir adamın nasıl bir yaşamı olacağını kurguluyor.
Bakker sade bir anlatımla, diyaloglarla kaleme almış romanı. Derinden gelen ince bir mizah anlayışı var ve bu, romanın kolay okunmasını sağlıyor. Çevirmen Gül Özlen de Bakker’ın üslubunu Türkçeye başarıyla yansıtmış.
‘Berberin Oğlu’, hiç tanımadığı babasını arayan bir oğulun romanı. Bu arayışta oğulun kendini de aradığını düşünebiliriz. Tabii büyük bir felakette yakınlarını kaybetmiş olanların nesiller boyu nasıl bir yas duygusuyla yaşadıklarını da başarıyla yansıtıyor.