Güncelleme Tarihi:
Sema Aslan’ın yarattığı dünya bizi en eski arkadaşımız, cancağızımız, içimizdeki sesle tanıştırırken damağımızda unutulmaz bir edebi tat bırakıyor. Coğrafya, ev, sırlar hakkındaki hikâye bütün yerlerden başka, bambaşka bir yere, Topur’a götürüyor okurları. İki yanında kavak ağaçlarının zincir olup uzandığı, Topur Dağı’nı arkasına alan yol boyunca ilerleyerek varılan bir köy burası.
Sözlerin rüzgârla savrulduğu, yağmurun upuzun bir çizgi gibi yağdığı, öbek öbek dizilmiş kavaklardan ve geride dimdik duran dağdan başka hiçbir şey yokmuş izlenimi veren, durup uzun uzun izlediğinizde ise her şeyi unutup sadece sesleri ve hatta olmayan sesleri de duyabileceğiniz Topur, köyün ninelerinin anlattığı efsanelerle cisimleşiyor. Sanki başka bir dünya, başka bir zaman akıyor orada. Dünyanın neresinde durduğunuza, nereden baktığınıza göre değişen kavranması zor bir uzaklıkta olduğu da söylenebilir.
Topur’daki dünyayı oraya sonradan yerleşen gezgin bir çiftin kızları olan İpek’ten dinliyor ve dağın eteklerinde oynarken bulduğu hayali arkadaşı Kadife ile tanışmalarına tanıklık ediyoruz. İpek, Kadife ile harika vakit geçiriyor ama kimsenin görüp duymadığı biriyle arkadaşlık ettiğini, malum sebeplerle, anne-babasından gizliyor. Ta ki, annesiyle babasının Topur’a yerleştikten sonra değişen hayatlarını, birbirinden renkli hikâyelerini ve sırlarını öğrenene kadar.
Sema Aslan, mekâna bağlı olarak doğrusallıktan uzaklaşıp döngüselleşen, dolayısıyla yavaşlayan farklı bir zaman algısı yaratıyor ‘Topur’daki Dünya’da. Bu döngüselliği insanın kendine dönmesi, iç sesine, doğaya ve hayal gücüne kulak vermesi izliyor. Aslan’ın masalsı dilini Seda Mit’in birbirinden güzel desenleri tamamlıyor.
Ayının derdini duymak isteyen yok mu?
“Küçük bir sorunum var” diyor ayı. Ve dediğine diyeceğine de pişman oluyor, çünkü hiç kimse lafını bitirmesine izin vermiyor. Görünen o ki, herkes her şeyin en iyisini biliyor, leb demeden leblebiyi anlıyor aklınca; dinlemeye ne hacet, kimsenin vakti yok!
Mucit bir çift kanat takıyor ayıya; kocaman bir ayı hafiflemekten başka ne isteyebilir ki? Terzi, ayının atkıdan, şapkacıysa şapkadan başka bir ihtiyacı olamayacağına adı gibi emin. Doktor birkaç vitamini, gözlükçü havalı bir gözlüğü, balcı bir koca kavanoz balı eline tutuşturup gönderiyor. Gerçek sorunsa orada öylece duruyor. Eskisinden daha üzücü, daha ağır üstelik. Bir tarafta dinlemeyi bilmeyenlerin yüklediği gereksiz eşyaların ağırlığı, diğer tarafta paylaşamamanın, anlaşılamamanın verdiği ağırlık, yalnızlık ve umutsuzlukla kalakalıyor ayıcık.
Ta ki minik bir sinek çıkıp derdini sorana kadar. Öyle naif, içten, pürdikkat soruyor ki, zaman ayırmanın, arkadaşlığın, karşıdakine kulak vermenin büyüsü yayılıyor sohbetlerinden.