Güncelleme Tarihi:
Ne Venedik Bienali, ne Münster ya da Art Basel, 2017 yılının en çok beklenip tartışılan sanat etkinliği şüphesiz ‘documenta 14’ oldu. Nazi Almanya’sının kültürel yıkımını telafi amacıyla, kendisi de avangart görüşleri nedeniyle meslekten men edilmiş bir sanatçı olan Arnold Bode öncülüğünde kurulan documenta, 1955 yılından beri Almanya’nın Kassel kentinde düzenleniyor. Beş yılda bir 100 gün boyunca tüm kenti bir modern ve çağdaş sanat müzesi ve etkinlik alanına dönüştürme iddiasıyla yola çıkan documenta, bu kez programı Kassel’in yanı sıra Yunanistan’ın Atina kentine taşıyarak dikkat çekmişti. Zaten, Adam Szymczyk’in ilk küratoryal hamlesi, ‘Atina’dan Öğrenmek’ adını verdiği ‘documenta 14’ün bir ayağını Atina’da düzenleyeceğini duyurarak Atina Güncel Sanat Müzesi (EMST) gibi kurumlarla ortaklık yapmak oldu. Kassel’den önce Atina’da başlayan documenta programı kentin kültür-sanat haritasını çıkartabileceğiniz rotalarla 200 civarı katılımcıya yer verdi. Yine de kültür turizmine hizmet ettiği, yerel bağlam ve meseleleri dahil etmediği gerekçesiyle eleştirildi, hatta çeşitli gruplar tarafından protesto edildi.
İSTER İSTEMEZ ÜRPERİYOR İNSAN
10 Haziran’dan 17 Eylül’e dek süren Kassel’deki documenta ise kentteki müzelere, endüstriyel yapılara, sinema salonlarına, üniversite kampüslerine, hatta park, bahçe ve meydanlara yayılıyor. İşte bu meydanlardan birinde documenta’nın sloganı sayılabilecek yalın ve incelikli imzası var Banu Cennetoğlu’nun. Friedrichsplatz’da meydanın dört bir yanından görülebilecek şekilde ‘Güvende Olmak Korkutucu’ diye haykırıyor adeta. Documenta sergilerinin daimi merkezi Fridericianum’un tepesinde müzenin adının yazıldığı harfleri söken Cennetoğlu, bu harflere aynı tasarım ve ebatta birkaç tane daha ekleyerek müzeye bambaşka bir ad vermiş oluyor. Görkemli binanın girişinde yıllardır görmeye alıştığınız MUSEUM FRIDERICIANUM’dan ilk bakışta ayırt etmenin zor olduğu yerde artık BEINGSAFEISSCARY okunuyor, yani ‘güvende olmak korkutucu’. Güvende olmak korkutucu olur mu hiç? İnsan Avrupa’nın devasa bir meydanında ve sanat eserlerinin kadim koruyucusu bir müzenin tepesinde bunu okudukça ister istemez ürperiyor ve oksimoron hissini atlatınca ev, yuva, güvenlik, şiddet, korku, mültecilik, yabancı düşmanlığı ve küresel terör gibi konuları sorgulamaya başlıyor.
Fridericianum ise beklenmedik bir şekilde bu defa bir başka müze koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Mali nedenlerle Atina’da bir türlü ziyarete açılamayan EMST, koleksiyonundan sınır aşımı, diaspora, göç, miras ve bellek konulu uluslararası bir seçkiyi izleyiciyle buluşturuyor. Sergideki iki yapıt Türkiye’nin yakın tarihine dair okumalarla dikkat çekiyor. Köken Ergün’ün ‘Ben Askerim’ adlı video enstalasyonu, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı için stadyumda düzenlenen cimnastik gösterilerine ve şiir okumalarına kamerasını çevirerek devlet denetimli törenlerdeki milliyetçi simge ve militarist vurguları gündeme getiriyor. Gülsün Karamustafa’nın ‘Apartman’ı ise, 6-7 Eylül olaylarında İstanbul’daki Bazlamacı Apartmanı’nı terk ederek Yunanistan’a göç eden Vaslamatzis ailesine odaklanıyor. Sonradan apartmana yerleşen Karamustafa, yapıtında aileden aldığı fotoğrafların yanı sıra apartmanın maketini kullanmış. Maketi aileye hediye eden sanatçı, sembolik de olsa ailenin kaybını telafi ederek kentteki izlerini sanat yoluyla ölümsüz kılmaya çalışmış.
KOSKOCA BİR KARAMSARLIK
Kassel’de yaşayanları doğrudan ilgilendiren çalışma ise Türk ve göçmen mahallesi Köningplatz’da kullanılmayan bir postanedeki sergide yer alıyor ve aynı mahallede ‘Nasyonal Sosyalist Yeraltı’ (NSU) terör örgütünün 2006 yılında işlediği Halit Yozgat cinayeti etrafındaki sivil toplum hareketi ve adli soruşturmalara destek veriyor. Sanat olup olmadığı tartışılan bu projede, Londra’daki adli bilimler araştırma merkezi Forensic Architecture cinayet soruşturmasına katılarak tanıklardan birinin ifadesinin çelişkilerini ortaya koyuyor. NSU’nun arka arkaya 10 Türk’ü öldürdüğü seri cinayetlere dair soruşturma esnasında Alman istihbarat servisinin Neo-Nazi teröristlerle gizli ajanlar aracılığıyla irtibatta olduğu ortaya çıkmıştı. Gizli ajan Andreas Temme’in, Halit Yozgat’ın öldürüldüğü internet kafede olduğu ama konuya dair bilgisi olmadığı resmi kayıtlara geçiyor. Soruşturmaya documenta’nın davetiyle yıllar sonra müdahil olan Forensic Architecture ise Temme’in ifadesinde yalan söylediğine dair kanıtları güncel adli bilim metotlarıyla documenta izleyicisine sunuyor.
Siyasal tavrıyla ön planda olan küratör Adam Szymczyk’in Türkiye de dahil olmak üzere dünya çapında neoliberal ekonomi, mülteci krizi ve yükselen milliyetçi-muhafazakârlık gibi sosyo-politik meselelere dair çok şey söylemeye çalıştığı aşikâr, bunu yaparken bir yandan Yunan coğrafyasının felsefi ve kültürel mirasına dayanmaya, diğer yandan Yunanistan’ı içinde bulunduğumuz küresel krizi inceleyeceğimiz bir denek olarak değerlendirmeye çalışıyor. Oysa, hem Atina hem Kassel sergilerinin bize bıraktığı koskoca bir karamsarlıktan ibaret. ‘documenta 14’ün, halimizin vahim olduğu gerçeğinden başka ne söylediğini veya geleceğe dair ne önerdiğini bütünlüklü olarak anlamak kolay değil. Çoğu sanat yapıtını belli bir vaka ya da olguya dair belgesel, kanıt ve eleştiriye indirgediğini hissettiğiniz küratoryal tercihler sonucu sergi, tarihsel ve güncel durum tespiti olmanın ötesine her zaman geçemiyor. Halbuki, Avrupa’nın en eski müzelerinden birinin tepesine ‘Güvende olmak korkutucu’ yazan Banu Cennetoğlu, aslında o pek güvenli sandığımız yer ve kabullendiğimiz fikirlerden sıyrılmaya bizi zorlarken; documenta’nın Forensic Architecture ve sivil inisiyatiflerle işbirliği yaparak Halit Yozgat soruşturmalarına verdiği destek, sanata ve adalete olan umudumuzu tazeliyor.
Almanya’nın Kassel kentindeki documenta 14, 17 Eylül’e dek gezilebilir. Ayrıntılı bilgi için www.documenta14.de