Güncelleme Tarihi:
Osmanlı’da kadının toplumsal hayata katılımının ilk adımı edebiyat olmuştur diyebiliriz. Zira 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadınlar kültürel üretimin sadece takipçisi değil; faili ve üreticisi de oldular. Tanzimat’tan sonraki reformlarla genişleyen sosyal alanda kendilerine yer bulmakta gecikmediler. İstanbul’da sınırlı da olsa açılan kadınlara mahsus ‘mekteplerde’ eğitim almaya da başlamışlardı. Soylu ailelerin çocukları konaklarında ‘hususi tedrisat’ ile büyüyordu zaten. Fatma Aliye Hanım da onlardan biriydi.
Fatma Aliye, şahsiyeti eserlerinin önüne geçen biri. Onu tanımak, eserlerini anlamaya giden çok kestirme bir yol.
Fatma Aliye, kadın dayanışmasında hep en önde... 1862 İstanbul doğumlu Fatma Aliye, yazmaya kadınlara karşı müthiş önyargılı bir ortamda başladı. Bu önyargıları kırmak, kadınları toplumda daha görünür kılmak gayesindeydi. Romanlarında hep bu gayret var. Karakterler, hikâyeler hep kadın öncelikli.
Romanlarında hem duygusallık hem de gerçekçilik var. Dindar ve inançlı bir kadın ve bu özelliği eserlerine de yansıyor. Kadını ve aileyi hem hukuk hem de din perspektifinden ele alan bir isim. Hatta bugünden bakınca onu ‘dindar feminist’ diye tarif etmek yanlış olmayacaktır. Ona göre Allah’a ve topluma karşı hak ve görevlerinde kadın ve erkek eşittir. Kızların eğitimi hayatidir. Ne katı bir Batılı ne de dogmatik bir Doğuludur. Sorgulayıcı ve sarsıcıdır. Modernitenin yan etkilerine karşı Peyami Safa gibi yazarlardan çok önce tavır almış olması dikkat çekidir. Namık Kemal’in izinden giderek “İslam terakkiye mani değildir” mottosunu hep müdafaa eder. Doğu’nun maneviyatına sadık, Batı’nın tekniğine âşıktır. Muvaffakiyeti bu ikisinin dengeli birleşiminde görür. Osmanlı aile yapısının ve harem hayatının, oryantalistlerin dar hayallerine mahkûm olmasına gönlü razı olmaz. ‘Nisvan-ı İslam’ eserini bu şuurla yazar. Türk kadınının aile ve toplumdaki yerini yabancılara anlatır.
Turkuvaz Kitap’ın Latin harflerine aktararak orijinal metin olarak, ‘Kadınların Hafızası’ serisi altında geçen günlerde yayımladığı ‘Udi’, ‘Refet’ ve ‘Levayih-i Hayat’ adlı üç ayrı Fatma Aliye romanının da teması kadın ve aile... Bu romanlar yazıldığı dönemde gazetelerde tefrika olarak yayımlanmış. Sonradan kitaplaşmış. Üç romanda da üç ayrı sınıftan kadın var. ‘Udi’de iyi eğitimli müzisyen bir kadını (Bedia) anlatıyor. Roman Şam ve Beyrut’ta geçiyor. Elbette İstanbul ve Selanik’ten de manzaralar var. Bedia’nın musikiyle ilişkisi üzerinden karşıtlıklara dayalı bir kurgusu var.
’Refet’te ise yoksul bir genç kızın öyküsüne ortak oluyoruz. Refet olgunlaştıkça etrafının daha da farkında olmaya başlıyor. Bu durum çatışmaları da beraberinde getiriyor. Özü itibariyle bir kadın dayanışması hikâyesi. Refet’in en yakınında da annesi var. Bu dayanışmanın kahramanlarından biri de o. Refet’in kız arkadaşlarıyla dostluğu ise romanın önemli bir parçası. Yokluk ve yoksulluk içinde dirayetli bir genç kızın yılmayan mücadelesi...
‘Levayih-i Hayat’ (Hayattan Manzaralar) ise Fatma Aliye’nin tarz ve üslubunun başka bir parçasını yansıtıyor. O dönem meşhur olan ‘mektup roman’ örneklerinden biri. Beş iyi eğitimli kadının mektuplaşmalarından oluşmuş. Üçü evli bu kadınların. Mektuplarda karı-koca ilişkilerinin yansımaları var. Kimi huzursuz, kimi tahammül sınırlarının sonuna gelmiş. Bekâr kızların mektuplarında ise evli kadınların tecrübelerinden duyulan endişeyi görüyoruz. Dönemine göre epey cesur konular. Kadınlar hep sorgulama ve arayış halinde.
Fatma Aliye’leri bugünden okumak, 19’uncu yüzyıl Osmanlı kadın hareketine ve gündemine dair fikir edinmek açısından da çok etkili olacaktır.