‘Diktatörlük mikroplu bir nehirdir’

Güncelleme Tarihi:

‘Diktatörlük mikroplu bir nehirdir’
Oluşturulma Tarihi: Ekim 28, 2021 15:52

Rafik Schami, son romanı ‘Kardinalin Gizli Misyonu’nda gizemli bir cinayeti ve cinayetin ardındaki Suriye gerçeklerini anlatıyor. Dinler arasında, inanç ile hurafe, aşk ile yalnızlık, dostluk ile düşmanlık, güç sahipleri ile boyun eğmişler arasında gidip gelen, renkli, eğlenceli, gizemli bir hikâye...

Haberin Devamı

Rafik Schami, 1946 yılında Şam’da Hıristiyan Arap bir ailede dünyaya geldi. Lübnan’daki yatılı Hıristiyan okulunda eğitim gördü. Üniversite eğitimine Şam’da devam etti, 1969’da Almanya’ya kaçmak zorunda kaldı. 1977’den sonra Alman dilinde yazmaya başladı ve kısa zamanda Avrupa göçmen edebiyatının önemli temsilcileri arasına girdi. Kitapları 20’nin üzerinde dile çevrildi ve çok sayıda ödüle layık görüldü.

EMEKLİLİĞE GÜN SAYARKEN
2010 senesinin kasım ayının 14’ü. Şam polis teşkilatının cinayet masası komiseri Barudi ile emekliliğe ayrılacağı 1 Şubat gününü iple çeker bir haldeyken tanışıyoruz: “Komiser Barudi altmışların ortasındaydı, ancak güçlü kuvvetli yapısı ve ciddi olmakla birlikte pürüzsüz yüzü onu daha genç gösteriyordu...”
Melankolik bir ruha sahip Barudi. Hâlâ yıllarca önce yitirdiği karısı Basma’nın yasını tutan yalnız bir adam. Her konuda yenik hissediyor kendisini. Zira, meslekte geçirdiği 40 yılı aşkın zamandan sonra polis olması sayesinde gerçeğe veya adalete hizmet ettiği inancının bir illüzyondan öteye gitmediğinin de farkında. Ama yine de vicdan ve adalet duygusuyla hareket etmeyi ilke edinmiş Barudi. Üstelik işini -Şam halkı tarafından Sherlock Holmes ile kıyaslanacak kadar- iyi yapıyor. Siyasete uzak durduğu için terfi ettirilmese bile teşkilatta vazgeçilmez olmasının nedeni işte bu başarılarla dolu kariyeri.
Zor davaların adamı Barudi, emekliliğine gün sayarken o parlak kariyerin gölgeleyecek bir vakayla karşılaşacaktır: Vatikan’dan Şam’a Papa adına bir araştırma yürütmeye gelen Kardinal Angelo Cornaro’nun cinayetiyle...
Cesedi bir sabah vakti İtalyan Büyükelçiliği’ne zeytinyağı fıçısı içerisinde iç organları çıkarılmış, kalbinin yerine bir bazalt taşı, gözlerinin üzerine iki altın para yerleştirilmiş biçimde bırakılan Kardinal’in cinayeti, hem iç hem dış siyaset açısından hassas durumdaki dengeleri etkileyecek bir potansiyele sahip. Zira Suriye’de iç savaş henüz patlak vermediyse bile, siyasi durum güvencesiz, toplumsal yapı kaotik. Gergin bir atmosfer hüküm sürüyor Suriye’de.
Böyle bir atmosferde Barudi, yardımcıları Şükrü, Ali ve Nebil ile birlikte işe koyulduğunda karşısına kolları bir ahtapot gibi her yanı saran istihbarat teşkilatının çıkacağını ve soruşturmanın başka yerlere götürüleceğini biliyor. Engellemelerin önünü kesmek için bulduğu çare, soruşturmaya İtalya’dan da bir dedektifin katılması. Böylelikle Komiser Marco Mancini katılıyor ekibe.
Hayatı mafyayla mücadeleyle geçmiş Komiser Marco Mancini 50’li yaşların başında, saçları kırlaşmış, uzun boylu, atletik yapılı bir adam. Üniversitede İslam bilimi, şarkiyat ve Arapça okumuş, Arapçayı bir yıl yaşadığı Beyrut’ta öğrenmiş. O da yalnız ama melankoliden uzak, neşeli, Suriye mutfağına meraklı.
Biri Doğulu, diğeri Batılı iki komiser arasındaki kültürel farklılıklar önemsiz; zira ikisi de bilimden, adaletten, doğruluktan yana. Kısa sürede gelişen dostluğun verdiği güvenle ipuçlarının peşine düşecekler. Ne var ki karşılarında toplumun batıl inançlarından yararlanan çeşitli Hıristiyan ve Müslüman gruplar, sahte azizler, gizli servisler, mafya, yozlaşmış politikacılar ve nihayet ülkenin kuzeyinde, bir İslam devleti kurmayı amaçlayan isyancılar varken işleri hiç kolay olmayacak. Hele ki Barudi beklenmedik bir aşka yakalanmışken...

‘BİZİM EKSİĞİMİZ ONUR’
Alman vatandaşı ve Almanca yazan bir Suriyeli olan Rafik Schami’nin Türkçeye çevrilen romanlarının hemen hepsinde -‘Bir Avuç Yıldız’, ‘Dürüst Yalancı’, ‘Sophia veya Tüm Hikâyelerin Başlangıcı’ ve son olarak ‘Hattat’ın Sırrı’- anlatıcısı Hıristiyan Arap olan ve Suriye’ye odaklanan hikâyeler vardı. 1950’li, 60’lı yıllar Şam’ının kültürel çeşitliliğini, zaman zaman düşmanlıklar ortaya çıksa bile hoşgörüyle sürüp giden gündelik hayatını, âdetlerini, bu hayatı bölen askeri darbeleri, dini fanatizmle modernleşme arasındaki çatışmanın köklerini ve kentin mahallelerini, sokaklarını, evlerini, kısacası güzelliğini anlatan hikâyelerdi bunlar. ‘Kardinalin Gizli Misyonu’ da Suriye siyasetine, toplumuna ve gündelik hayatına dair pek çok karakteristiği barındırmakla birlikte tarihsel anlamda günümüze daha yakın. Hikâye iç savaşın ayak seslerinin duyulduğu zamanlarda geçiyor.
Rafik Schami’nin yazarlık başarısı hikâye anlatıcılığından kaynaklanır. Karakterlerini tanıtması önemlidir; her ana karakter okuyucu tarafından anlaşılmalıdır. Bu nedenle her bir karakteri geçmişiyle, şimdisiyle, özel hayatıyla birlikte katar hikâyeye. Çizdiği her sahnede bu karakterlerin hangi niyet, düşünce veya görüşlere sahip olduğunu belirtir. Böylelikle yan hikâyeciklerden oluşan kollar açılır ana hikâyenin gövdesinde. Bu kollar her zaman canlı ve eğlenceli, egzotik lezzetler ve görüntülerle doludur. ‘Kardinalin Gizli Misyonu’nda sözünü ettiğim yan hikâyeciklerin çok gür olduğunu söyleyebilirim; Şam şehrinin sokaklarından, lokantalarından küçük köy hayatına, oradan Hıristiyan ve Müslüman tarikatların merkezlerine ya da İslamcıların kamplarına kadar uzanan, kozmopolit bir toplumun kaleydostopik bir görüntüsünü izliyoruz. Bütün bunlara iyi kurgulanmış, gizemli ve heyecanlı bir polisiye hikâye de ekleniyor.
Elbette her zamanki gibi lezzetli bir dille canlandırmış merceğine düşenleri. Schami’ye göre yazı, “Madde ve tin, yatay ve dikey, kavis ile düz çizgiler, açık ve kapalı, geniş ile dar, neşe ve hüzün, sertlik ve yumuşaklık, ciddiyet ile oyunbazlık, yükseliş ve düşüş, gece ile gündüz, varlık ile yokluk, yaratan ile yaratılan arasındaki evrensel dengedir.” Şiddet, adaletsizlik, boş inançlar, her türden hırs, öfke ve intikam kadar aşkı, dostluğu, hüznü, akıl ve vicdanı da barındıran ‘Kardinalin Gizli Misyonu’nda dengeleri çok iyi yakalamış.
Roman iki farklı bakış açısından anlatılıyor. Genelde üçüncü şahıs anlatısı hâkim ama zaman zaman Barudi’nin günlükleri doğrusal zamanda akan üçüncü tekil şahıs anlatısını kırıyor. Barudi’nin kendi iç sesinden geçmişle, kendisiyle, yakın çevresiyle, toplumuyla, suçla ilgili düşüncelerini dinliyoruz. Özellikle de Suriye’deki felaket koşulları öne çıkıyor; acımasız Esad diktatörlüğü, onun gizli servisleri, büroklatları ve işbirlikçi iş çevreleri... “Bu iktidar son kırk yıl içerisinde diğer tüm diktatörlüklere göre daha ustaca güç kazandı. Toplumun en küçük hücresine varıncaya değin terörize edilmiş veya yolsuzluklara boğulmuş bir vaziyetteyiz” diyor Barudi iç sesiyle, “(...) Nereye bakarsan bak ve neyi dinlesen dinle, her yerde başkan var”.
Barudi’nin değerlendirmelerinde suskun kalan toplum da alıyor payını: “Peki, Suriye neredeydi? Bu uygar, köklü halk neredeydi? Yalnızca harabeler ve arkeolojik kazılar bu halkın harikulade saraylar, tapınaklar, amfitiyatrolar ve kaplıcalar yarattığına işaret etmekteydi. Bu büyük halk hâlâ var mı?”
Ne yazık ki olumsuzdur cevabı. Buradan hareketle “Diktatörlük mikroplu bir nehirdir ve mikrobu herkese bulaştırır” diyen Barudi, şu sonuca varacaktır: “Bizim eksiğimiz onur.”
Pek çok yerine değinemedim; ‘Kardinalin Gizli Misyonu’ çok katmanlı, çok farklı tartışmalara açık, önemli ve etkileyici bir roman.

KARDİNALİN

‘Diktatörlük mikroplu bir nehirdir’

GİZLİ MİSYONU

Rafik Schami
Çeviren: Levent Bakaç
Ayrıntı Yayınları, 2021
416 sayfa, 50 TL.

BAKMADAN GEÇME!