Güncelleme Tarihi:
Tom Hillenbrand, 1972’de Hamburg’da doğdu. Duisburg Üniversitesi’nde Avrupa siyaseti ve ekonomisi eğitimi aldı. Der Spiegel Online için editör olarak çalıştı. İlk romanı ‘Teufelsfrucht: Ein kulinarischer Krimi’ 2011’de yayımlandı ve sonraki birkaç yıl içinde devam edecek ‘Kieffer’ polisiye serisinin başlangıcı oldu. Tom Hillenbrand’ın romanları defalarca Der Spiegel ve Zeit’ın çoksatan listelerinde yer aldı, birçok dile çevrildi. 2015 yılında ‘Drohnenland’ romanı farklı platformlarda ‘en iyi roman’ ödülüne layık görüldü. 2019’da ‘Hologrammatica’ adlı romanıyla Alman Bilimkurgu Ödülü’nü alan Hillenbrand, polisiye ve bilimkurgunun yanı sıra tarihi romanlar da yazıyor.
FİNANS OYUNLARI
Roman kahramanı Dante, Los Angeles’ta yaşayan, 40’larına gelmiş, kartvizitinde -biraz cüretkâr bir ifade ile- ‘Finansal Adli Tıp Uzmanı’ yazan, İngiliz asıllı bir dedektif. Damak tadı olan ama alkolü biraz fazla seven bir adam. Gençliğinde devrim için yanıp tutuşurken, kendini bir anda US-Invesmentbank’ın çalışanı olarak bulmuş. Ne var ki Wall Street’in en büyüklerinden biri olan Gerard Brothers’ta çalışırken yaşanan büyük finans krizi ve yolsuzluk skandalında paçayı zor sıyırarak mesleğe veda etmiş. Şimdilerde mülk ve miras konularında uzmanlaşmış bir dedektiflik bürosu işletiyor.
Dante’yle Gregory (Greg) Hollister’ın kız kardeşiyle görüştüğü sırada tanışıyoruz. Greg Hollister’ın uçağı trajik bir kaza sonucu Meksika Körfezi üzerinde seyrederken düşmüş ve miras meselesi başlamış. Kız kardeşi, Hollister’ın kripto para cinsinden gizli bir servetinin olduğuna inanıyor. Bu yüzden bu işi araştırması için mali işlerden anlayan bir dedeklifle çalışmak istiyor.
Akıllı bir yatırımcı, programlama uzmanı, kripto para öncüsü, en başarılı teknoloji girişimlerinden birinin kurucusu olan Greg Hollister, bir anda tüm hisselerini satıp iş hayatına ara vermiş. Parasını rahatına, lüksüne ve seyahatlerine harcamış. Kripto para çevrelerinin Sör Holly dediği genç adamın gerçekten geride bıraktığı büyük bir servet olup olmadığı belli değil. Varsa da ‘bitcoin’lerin şifresinin bulunması gerekiyor. Dante işe koyulduğunda Hollister’ın evindeki dizüstü bilgisayara ulaşır ama kısa süre sonra birileri Dante’nin evine girerek bilgisayarı çalarlar. İşte bu sırada internette blog gazeteciliği yapan Mercy çıkar ortaya. Dante, sektör hakkında kendisinden daha bilgili bir kadın olan Mercy’nin de yardımıyla kripto para dünyasına dalar.
Ancak tam bu sırada bir video düşer internet âlemine. Hollister, ölümünden önce hazırladığı bu videoda kripto varlıklarını hazine avı şeklinde halka dağıtacağını ilan etmiş ama bunu bir bilgisayar oyunu olarak düzenlemiştir. ‘Montekripto’nun fitili ateşlenmiştir artık. Dünyanın dört bir yanından bilgisayar ve kripto para tutkunları hazinenin peşine düşerler. Elbette böylesine büyük bir servet finans çevrelerini de cezbedecektir. Bir süre sonra bir başka kripto para teknolojisi yatırımcısı öldürülünce FBI ajanları da çıkar sahneye. Dante, bir yandan işini yapmak, diğer yandan işin içinden kazasız belasız çıkmak için Greg Hollister’ın kim olduğunu, ne yapmak istediğini, ölümünün kaza olup olmadığını çözmek ve hazine avını sonlandırmak zorundadır. Dante ve Mercy, Los Angeles’tan Frankfurt’a, İsviçre’ye, New York’a ve son olarak Acapulco’ya kadar uzanan hızlı, tempolu ve eğlenceli bir maceraya atılırlar.
‘PARAYA SAHİP OLAN GÜCE SAHİPTİR’
‘Montekripto’ romanıyla Türkçeye ilk kez çevrilen Tom Hillenbrand, hazine avı fikrini kripto varlıkları ölümünden sonra bulunamayan bir işinsanından esinlenerek geliştirmiş. ‘Montekripto’ ismi ise -tahmin edeceğiniz üzere- Alexandre Dumas’nın ünlü romanı ‘Monte Kristo Kontu’ndan geliyor. Ancak yazarın da belirttiği gibi ‘Montekripto’nun ‘Monte Kristo’ ile çok az ortak noktası var, bilgisayar oyunu ‘Monte-cyrpto’ ile ise hiç ilgisi yok.
‘Montekripto’, Mahfi Eğilmez’in ‘İnferis’ini hatırlattı bana. Klasik bir polisiye roman gibi başlayıp sonra kara roman öğelerine bürünüyor olsa da asıl olarak bir polisiye kurgu içinde finans çevrelerindeki kara delikleri aydınlatan bir hikâye. Yeni uluslararası finansal yönetimi hakkında, paranın, yani gücün gelecekte kimin elinde olacağı, devletin kontrolünü ortadan kaldırmak hakkında gerilimli, tempolu bir suç romanı.
Para ve suç yan yana gelmişken -Ernest Mandel’in de desteğiyle- polisiye ya da suç edebiyatı ile ekonomi ve siyaset arasındaki ilişkiyi hatırlamakta yarar var. Aslında eskiden beridir polisiyelerin yazılı olmayan kuralları arasındadır ‘parayı takip et’ uyarısı. Zira ‘polisiye romanın evrimi, gerçekten de tıpkı bir ayna gibi, burjuva ideolojisinin, burjuva toplumundaki toplumsal ilişkilerin ve belki de bizzat kapitalist üretim tarzının evrimini’ yansıtır. Öyleyse, içinde bulunduğumuz süreçte, muktedirlerin neoliberal ekonomi politikalarının son buluşlarından olan kripto paraların polisiye edebiyata yansıması kaçınılmazdır. Tom Hillenbrand’ın yaptığı tam da bu. Ama basitçe muamma, macera ve heyecan yaratmak için kullanmıyor dijital sermayeyi. Bu görevi üstlenirken kripto para ile neoliberal ideoloji arasındaki ilişkinin ve bunun yaratacağı tehlikelerin farkındalığıyla yazmış romanını:
“Bu insanların istediği, yasal para birimlerinin olmadığı bir dünya. (...) Yasal para birimleri yerine, değeri devlet rezervleri ya da Avrupa Merkez Bankası tarafından değil, serbest piyasa tarafından belirlenecek anonim ve kolayca yere serilmeyecek kripto paraların geçmesi.”
Ama böyle bir fikriyat, sermayenin üzerindeki her türlü denetimi ve sorumluluğu ortadan kaldırarak sıradan insanların yatırımlarını ve geleceğini tehlikeye atıyor. Hillenbrand’ın reddettiği şey, kontrolsüz bir şekilde çoğalan paralel para birimlerinin üzerinde demokratik bir kontrol kurulmaması ve buna ek olarak dünya üzerindeki herkesi etkileyen bir yapı hakkında toplumsal müzakere yapılmaması.
Böyle bir fikriyattan hareketle hikâyesini giderek internet fanatiklerinin katıldığı eğlenceli bir hazine avı macerasından uluslararası şirketlerin ve ülkelerin katıldığı büyük bir finans operasyonuna evriltmiş. Ancak her iki bölümde de polisiye edebiyat janrlarına riayet ederek heyecan ve gerilimi sürekli diri tutmasını, araya espriler sıkıştırmasını biliyor. Entelektüel ilgileri ajite edecek tarzda göndermeleri de var. Bütün bunlar kripto para mantığına ve piyasalarına aşina olmayan -mesela benim gibi- okuyucuları hikâyenin içinde tutabilmek adına işe yarar motifler. Zira kripto para mantığını, ulusal ekonomiler ile küresel ekonomik sistemini açıklamak için de epey bir sayfa ayırmış Hillendbrand. Sonuçta, konuyu kavramak açısından yararlı olduğunu düşündüğüm bilgilerle polisiye kurguyu harmanlamasını bilmiş. Dijital para meselesi gözünüzü ürkütmesin, yazarın belirttiği üzere, ‘coin’ cinsleri de tür olarak paradan ve kıymetli kâğıtlardan farksızlar ve ne yazık ki bireyde ve toplumda yarattığı tahribat da farksız:
“Bu kriptocu ucubeler kapitalizmi yeniden şekillendirdiklerini iddia ediyordu. Fakat mekanizma aslında tıpkı Wall Street’teki gibi işliyordu. Hisse senetleri, tahviller, kurlar; her şey insanlar ne kadar değer biçerse o kadar değer kazanıyordu. Para, yoğun umuttu, bir inançtan ibaretti. Bir yatırım aracının değer kazanmaya devam edeceğine duyulan inanç; hisseyi çok pahalıya satın almadığınıza, daha büyük bir ahmağın yarın bir gün çıkagelip petrol varillerini, domuz etlerini ya da belki de çirkin Turtlecoin’leri iki katı paraya satın alacağına, açgözlülüğün bir biçimde ödülünü alacağına duyulan inanç!”