Güncelleme Tarihi:
Daha dünmüş gibi gelen şeyler çoğunlukla yaşanırken mutluluk veren, sevindiren, iyilikle paylaşılan anlardır. Dudaklarımızın ve gözlerimizin kıyısında kendiliğinden beliren özleyişin gülümsemesi de bundandır ve bu anların güzelliğini yıllar sonra da onaylamanın sevinciyle doludur. Herkesin yaşamında bu anlar daha çok olsun, hiç unutulmasın ve hep hatırlansın diyelim.
Bunlar gündemin dilekler ve temenniler bölümü elbette. Muhasebeye, döküme geçildiğinde işler çatallaşır ve durum ağırlaşır. İşte orada da sanat ve edebiyat devreye girer. En çok da roman ve sinema. İkisi de en yaygın sanat dallarını temsil ettiği için doğal olarak iş en çok ve en erken onlara düşer. Bu her zaman iyi ürünlerle sonuçlanır mı, hayır! 12 Mart, 12 Eylül darbeleri üstüne kimi romanlarda ve filmlerde hem politik olarak hem de dil olarak bunun çok kötü örneklerini gördük.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 43 yıl geçmişken, darbe sonrasında özellikle devrimcilerin yaşadıkları bu kez içeriden bir tanıklıkla yazıldı. Darbe öncesinin en yaygın politik hareketlerinden birinin önde gelen kadroları arasında yer alan ve uzun yıllar hapis yatan Halil Genç, ‘Senden Bir Ben’ (Cumhuriyet Kitapları) romanıyla, daha dünmüş gibi yaşatıyor o zamanları.
Politik ilişkiler yanında kadın-erkek ilişkileriyle, hem darbe öncesinin telaşını, heyecanını hem de darbe sonrası yaşanan dağınıklık, yalnızlık, korku ikliminin kişilerde yarattığı etkiyi en içeriden biri olarak yazıyor Halil Genç. Darbenin öncesiyle de nerdeyse 50 yılı bulan bir süreç ve serüvenin romanı sayılır ‘Senden Bir Ben’. Bu cümleyi doğrulayan bir şey de geri dönüşlerle romanın 12 Mart öncesine dek uzanmasıdır.
Mekân Ankara ve ODTÜ’dür, Halil Genç’in de 1974’te fizik bölümüne girdiği ve ODTÜ-ÖTK’da temsilci olarak yer aldığı üniversite ve onun Türkiye sol tarihinde de çok iyi bilinen, pek çok devrimciye de barınak olmuş yurtlarıyla birlikte, özerk üniversite kavgasının da verildiği ODTÜ.
Ankara’nın kimi meyhaneleri, restoranlarının yanı sıra pastaneleri de anılır romanda, sahiden de o zamanlar, 80 öncesi yani, Kızılay’da yapılan korsan gösterilerden sonra devrimci öğrencilerin polisten kurtulmak için nişanlı numarası yaparak oturdukları yerlerdir pastaneler ve muhallebiciler. Bunu o yıllarda üniversite öğrencisi olan, siyasi mücadeleye kıyısından bucağından bile olsa katılmış herkes bilir. Dönemin karakteristiğidir.
‘Senden Bir Ben’ birkaç kanaldan ilerleyen bir roman, çoğu dönem romanında görüldüğü gibi kişileri karikatürize etmiyor, aksine mahalle komitelerinden öğrenci örgütlenmesine her düzeyde ve sorumluluk alanından devrimciyi korkuları, ilgileri, zaafları ve cesaretleriyle, ne derler, yaşamın içinde aktarıyor okura.
Örgütle ilişkisi soğumaya bırakılmış bir devrimci, âşık olduğu kadın yoldaşın çağrısı üzerine askerlik görevinden izinle Ankara’ya gelir. Burada kendisini tarihi bir görev beklemektedir: Örgütün arşivi bulunduğu yerden alınıp geleceğe kalması için güvenli bir yere saklanacaktır, tam 28 koliden oluşan bir arşiv. Kerim bu süreçte ortalarda olan, henüz açığa çıkmamış yoldaşlarını görür. Romanın en etkileyici kişilerinden olan sinemacı Rasim’in dostluğunun ne denli derin olduğunu anlar. Romanın sürprizlerinden birinin de hazırlayıcılarındandır Rasim. Ve Yıldız, belki de o dönemi temsilen en iyi çizilmiş karakter diyebilirim onun için. Tanıyorum. Nereden derseniz, Ankara’dan, ODTÜ’den, Siyasal’dan...
Öte yandan devrimcilere yakıştırılan, kadın-erkek ilişkisinin olmadığı yalanını da geçersiz kılan bir roman. Aksine aşkı, birey olmayı, ilişkinin niteliğini, devrimi düşünür gibi düşünen insanların öyküsü. Herbert Marcuse’nin dediği ‘Tek Boyutlu İnsan’ olmayacağı gibi, yalnızca devrimi düşünen bir devrimcinin de olmayacağını, olsa da onun devrimci olmayacağını sezdiren bir yapısı, dili ve anlatımı var. Kerim’in aşkı ve kendini sorgularkenki düşüncelerindeyse tam da o yıllara özgü safiyane, ilkeli, dürüst ve özgeci bir yan var ki değerler eğitimi dediğimiz şey de aslında devrimci değerlerden başkası değil! Kitabın adı bile öyle, ‘Senden Bir Ben’!