Güncelleme Tarihi:
2009 yılı ocak ayında, Siglufjörour’da, karlar üzerine uzanmış, belden yukarısı çıplak, kanlar içinde bir kadının tasviriyle başlıyor hikâye. Sonra zamanı geriye sarıyor, 2008 yılı ilkbaharına dönüyoruz. Reykjavik kentinde, Ari Thor’un evindeyiz. Ari Thor, okulunu bitirmek üzere olan genç bir polis. Anne-babasını küçük yaşta kaybetmiş, büyükannesi tarafından büyütülmüş, varlığının anlamını çözmek için felsefe okumuş, ardından teoloji çalışmaya başlamış ama bu eğitim de tatmin etmemiş Ari’yi. Dürüst, sevecen ama ruhu yaralı, zihni karışık bir kişilik.
Kuzey İzlanda’daki küçük ve ücra bir köyden aldığı iş teklifini kabul ettiğinde hayatı radikal biçimde değişecektir Ari’nin. Zira bu karar tıp öğrencisi sevgilisi Kristin’le ilişkilerine mesafe girmesi demektir. Üstelik gittiği sessiz balıkçı kasabası Siglufjörour’daki yaşama uyum sağlaması kolay olmayacaktır. Yabancılara pek sıcak davranılmayan, kapıların kilitlenmediği, polise pek iş düşmediği, Amiri Tomas’ın deyişiyle “hiçbir zaman hiçbir şeyin olmadığı” bu kasaba Ari için tam bir hayal kırıklığıdır. Ne var ki ünlü yerel yazar Hrólfur Kristjánsson’un bir tiyatro grubunun provaları sırasındaki ani ölümü Ari’yi bu küçük topluluğun sırlarına ve yalanlarına götürecektir. Başlangıçta Ari’nin şüphelerini kimse paylaşmaz, Hrólfur’un ölümünün trajik bir kaza olduğu kabul edilmiştir. Dosya, genç bir kadın vahşice saldırıya uğrayıp -kar altında- yarı çıplak olarak ölüme terk edildiğinde yeniden açılacaktır.
Ve doğa koşullarının sertleşmesiyle gerilim de tırmanmaya başlar. Kar fırtınası ve soğuk, hikâyenin her sahnesinin temel unsuru haline gelir. Kasabanın merkeze uzaklığı, toplumdan tecrit edilmişlik duygusunu derinleştirir. Bir kar fırtınası, kasabalıları kasabanın sınırları içinde hapseden çığa yol açar ve klostrofobi duygusu hikâyeye yayılmaya başlar. “Başka bir yere” geri dönen tek yolu kapatan çığ, Ari Thor’daki klostrofobi hissini de artırmıştır. İki olay arasında bağlantı kuran Ari klostrofobinin tetiklediği endişelerini bastırıp -henüz yollar açılmadan- katili ortaya çıkarmaya kararlıdır.
Ve final sahnesinde Jónasson, ustası Agatha Christie’ye saygısını göstererek, tüm şüphelileri bir araya getirecektir...
ATMOSFER YARATMAK
Ragnar Jónasson, gerek ‘altın çağ’, gerek çağdaş İskandinav polisiyelerinde mekânın, atmosferin ve planlamanın ne kadar önemli olduğunu çok iyi kavramış. Bunda Agatha Christie’nin romanlarına derinden nüfuz etmesinin rolü mutlaka var. Siglufjörour kasabasını Christie’nin ‘Nil Nehri’ndeki vapuru ya da ‘Doğu Ekspresi’ndeki treni gibi romanın merkezi karakterine dönüştürmüş. ‘Kara İzlanda’ serisinin mekânı, İzlanda’nın en kuzeyindeki Siglufjörour. Bir zamanlar ringa balıkçılığının merkezi olan, kış aylarında güneş yüzü görmeyen, karanlık ve karlarla kaplı bu küçük kasabaya yalnızca dağ tünellerinden ulaşılabiliyor.
Agatha Christie’nin yanı sıra S.S. Van Dine ve Ellery Queen gibi ‘altın çağ’ın önemli diğer yazarlarından da etkilendiğini söyleyen Jónasson, ‘Kar Körlüğü’nde bir ‘kilitli kapı’ muamması kurgulamış; küçük bir kasabada, sınırlı sayıda şüphelinin bulunduğu kapalı bir toplumda yürütülen bir soruşturma... Ustalarından yegâne farkı mekânı çok daha geniş tutarak bütün kasabaya yayması. Kutup noktası yakınlarındaki bu küçük, dünyadan yalıtık kasabayı nefes alması zorlaşana kadar sıkıştırarak ortamın kilitli bir oda kadar klostrofobik olmasını sağlamış.
Bu klostrofobik atmosfer İskandinav polisiyelerinin de özellikleri arasında. Son birkaç yılda çok başarılı polisiye romanlarla dikkat çeken İzlanda’da polisiye yazımı 1990’ların sonunda Arnaldur Indridason, Yrsa Sigurdardottir ve Viktor Arnar Ingolfsson gibi yazarlarla yükselmişti. Bu isimlerden de etkilendiğini söyleyen Jónasson; İzlanda’nın kuzeyini muhteşem manzarası, vahşi doğası ve toplumsal hayatıyla birlikte yansıtan ‘Kar Körlüğü’nde altın çağ polisiyeleriyle İskandinav tarzını birleştiriyor.
Jónasson ‘Kar Körlüğü’nde başta Ari Thor, farklı karakterlerden oluşan sağlam bir kadroyu bir araya getirmiş. Yerel yazar Hrólfur Kristjánsson’dan genç ve güzel Ugla’ya, oyun yazarı Palmi’den polis şefi Tomas’a okuyucuya gösterdiği insanların her biri tam olarak fark ediliyor. Siglufjörour’un kasaba atmosferinde her biri kendi ‘mahremiyetleri’, arzuları ve kusurlarıyla ete kemiğe bürünüyorlar. Ve ‘sıradan’ hayatları birdenbire ilginç bir hale geliyor. Ari Thor, soruşturmasını derinleştirdikçe bu insanlar hakkında bilmek istediğinden daha fazlasını öğrenecektir. Çünkü “sırların küçük bir kasabada yüzeye çıkma konusunda garip bir alışkanlığı vardır”.
Jónasson okuyucuya adil davranmış; Ari’nin elindeki ipuçlarını ve akıl yürütmelerini okuyucularla eksiksiz paylaşıyor. Ancak ne Ari’nin ne de okuyucuların sonuca ulaşması kolay oluyor... Zira Ari, bir Hercule Poirot değil. “Küçük gri hücreleri” ile şapkadan tavşan çıkaramadığı gibi deneyimleri de yetersiz. Sıklıkla hata yapabiliyor. Buna karşılık gerçeği öğrenme, adaleti tesis etme konusunda hırsı ve azmi var Ari’nin. İlk zamanlar kendisini bunaltan ‘yabancı’lığı ise en büyük silahı; Siglufjörour kasabası ve sakinleri hakkındaki bilgi eksikliği onlara daha mesafeli yaklaşmasını, daha objektif bakmasını sağlıyor.
Zamanın ve bakış açılarının ustalıkla değişimiyle, zarif doğa tasvirleriyle, çekici karakterleri, mekânları ve atmosferleriyle ’Kar Körlüğü’ polisiye okuyucularının tüm taleplerini karşılıyor.
KAR KÖRLÜĞÜ
Ragnar Jónasson
Çeviren: Şeyda Aktekin
Kitap Kurdu Yayınları, 2020
336 sayfa, 39 TL.