Güncelleme Tarihi:
Ayşe Sarısayın’ın yeni kitabı ‘Denize Yazıldı’, sıra dışı bir kadının, hayata adı gibi dimdik durabilen, şefkati yüreğinden hiç eksik etmeyen bir kadının, 2012’de hayata veda eden Elif Daldeniz Baysan’ın hikâyesi. Kitap, adını ise Selim İleri’nin önerisiye Elif’in oğlu Deniz’den alıyor. Elif, Sarısayın’ın sevdiği bir arkadaşı. Kitapta da hem Sarısayın hem de başta kitabın editörlüğünü üstlenen Yiğit Bener olmak üzere Elif’in dostları çok sevdikleri bu özel kadını anlatıyorlar. Annesi öldüğünde henüz yedi yaşında olan Deniz için anlatıyorlar. Deniz için yazılan başlayan niyet zamanla farklı kapılara açılıyor. Nihayetinde ortaya okurken hüznün yanınızdan ayrılmadığı bir kitap çıkıyor. Ama bu hüznün içinde sadece başkalarının kelimelerinden bile olsa tanımaktan mutlu olacağınız bir kadınla karşılaşıyorsunuz. Onun gibi insanların bu dünyadan geçmiş olduğunu bilmek bile insana umut veriyor.
Kitapta anlatıyorsunuz ama okurlar için sormak istiyorum, dostunuz Elif Daldeniz Baysan hakkında bir kitap yazma fikri nasıl doğdu?
Heybeliada’da aynı binada beş yılımızı birlikte geçirdiğimiz bir dostumuzdu Elif. Onu 2012 yılında, genç yaşta kaybettik. Hem kişiliği ve dünya görüşüyle hem de hastalığıyla mücadelesindeki vakur duruşuyla derin, silinmez izler bıraktı geride. Kitap fikri, eşi Serhat’ın önerisiyle gündeme gelmişti; cenaze günü, acıdan kaskatı kesildiğimiz bir çaresizlik anında Serhat’ın kısacık sorusuna verdiğim tek kelimelik bir cevapla… Bir başka yakın dostun, kitabın editörlüğünü üstlenen Yiğit Bener’in önsözde de belirttiği gibi Elif’le Serhat’ın o sıralar yedi yaşında olan oğulları Deniz için, ‘çok özel bir okur için, onu bir gün mutlaka okuyup anlayacak ayrıcalıklı bir okur için’ yazılmaya başlandı, zamanla farklılaşarak başka bir yola evrildi. Çeşitli dönemlerde yolları Elif’le kesişmiş olan yakınlarının katkılarıyla oluştu bu kitap.
Onunla anılarınız önemli kısmı Adaevi’nde geçiyor. Heybeliada’da üç ailenin birlikte kurduğu yepyeni bir aileyi anlatıyorsunuz orada. Herkesin hayal edip konuştuğu, planlar yaptığı ama başaramadığı böyle bir oluşumu nasıl başardınız? Elif’in rolü neydi o ailede?
Adaevine geçmeden önce de tanışıyorduk, ama ilişkilerimiz sınırlıydı. Birbirimizi daha yakından tanıma süreci evin tadilatı sırasında başladı. Altı yetişkin, çocuklarımızla birlikte ’seçilmiş aile’yi oluşturduk adaevinde. Bunu nasıl yapabildiğimiz konusunda net bir cevap vermek zor; sanırım ilişkilerin sınırlarını alabildiğine zorlayarak, zırhlarımızı, maskelerimizi çıkarmaya ve farklılıklarımızı elden geldiğince kabullenmeye çalışarak… Belki eşim Hüseyin’in sözleriyle; “küçük kırgınlıkların, tatsızlıkların altında kalmayarak, resmin tamamını görüp elbirliğiyle sorunları aşarak.”
Elif’in rolünü tanımlayan en iyi sözcükler ise yatıştırıcı ve uzlaştırıcı olması, sükneti bence.
Kitapta Elif hakkında yazan herkes ilk görüşte ondan etkilendiğini, dost olduğunu anlatıyor. Neydi Elif’in büyüsü sizce?
Elif insanlara önyargısız yaklaşır, herkese aynı boy hizasından bakardı. Karşısındaki kim olursa olsun eşitler ilişkisi kurma çabasındaydı. Kişiliğinin temel taşları olarak gördüğüm bu ve benzeri özellikleri nasıl, hangi yollardan geçerek oluştu, bilemiyorum, ama dışarıya da yansıyordu bu sıcaklık.
Siz bu kitabı hazırlarken neler hissettiniz? Elif’in sizi en çok etkileyen yönü ne oldu?
Az önce değindiğim özelliklerinin yanı sıra hastalığıyla ilişkisinden etkilendim en çok. Hiç yakınmadan, sükunetini koruyarak geçirdi o zor dönemi. Can dostlarından biri olan Nazlı Korkut’un deyişiyle, “Elif’i daha da güzelleştiren, umut etme ve mücadele etme özelliklerini böylesine bir zarafet içinde içselleştirebilmiş olmasıydı. Herhalde onu çoğumuzdan farklı kılan da buydu…”
Yine dostlarından öğrendiğim bu kitapla Elif’in tam anlamıyla bir dünya insanı olduğu. Tüm fikirlere açık olduğu ve herkese, her şeye önyargısız, merak, ilgi ve anlama çabasıyla yaklaştığı.
Etrafına bu kadar benzemez insanı toplama sebebi de bu muydu sizce?
Tüm dünyayı kucaklamak, farklı kültürleri, inançları tanımak, anlamak isteyişinde, çocukluğundan başlayarak iki ülke-iki dil arasında yaşadığı gelgitlerin de etkisi var sanırım. Kitapta da yer alan ‘Gel-gitler çocukluğu: Hangi ülke, hangi dil?’ başlıklı yazısı, bu meseleyi açımlayan ipuçları içeriyor. “İki ülke, iki dil arasında kaybedilen bir kuşak olarak görülen akranlarıma kıyasla, gelgitlerimin -bazı kayıplara rağmen- bir zenginliğe dönüşmüş olduğunu görüyorum” diyor bu yazıda. Almanya ve Türkiye arasında, bir dilden ötekine geçerken iki farklı kültürü de özümsemeyi başardığını ve bunu bir gereklilik olarak değil de, benimseyerek yapabildiğini düşünüyorum. Tüm bunlar, Elif’in farklılıklara, ‘öteki’ olma meselesine yaklaşımını da şekillendirmiş, birbirinden farklı çevrelerde -hep kendi kalarak- var olabilmesini sağlamış olmalı.
Onun Adaevi dostları olarak Elif hasta olduğunda bu süreci atlatacağınıza inandığınızı anlatıyorsunuz. Aksi aklınızdan bile geçmiyor. Elif’in kaybı bu anlamda da sizin için büyük bir yıkım mı oldu?
Elif’in hastalığıyla kurduğu ilişki, yaşadığı güçlükleri doğallıkla karşılayarak çevresindekileri rahatlatmaya yönelik tavırları bizleri de ikna etmişti büyük ölçüde. Yaklaşan sonu görmek istemedik, sonucu bilmemize rağmen kabullenmeyi reddettik. Her ölüm erken, her ölüm az çok yıkım elbette, ama gencecik bir kadının pek çok şeyi yarım bırakarak gidişi, yıkımı şiddetlendiriyor. Güzel bir rüyanın ardından tam bir düşbozumu…
Çeviribilim alanında önemli bir isim Elif. Bu alandaki yoğun çalışmalarının altında iki dilli olmanın ve iki dilli insanların hayata karşı mesafeli duruşunun olduğunu mu düşünüyorsunuz?
“Belki de bu yüzden diller arası gidip gelmemi gerektiren bir meslek seçtim; çeviride bazı kayıpları göze almadan yeni kazanımlara ulaşamıyorsunuz çünkü” diyor aynı yazısında. Çocukluğunun, ilk gençliğinin kayıpları yalnızca kişiliğinde değil, seçtiği meslekte de kazanıma dönüşmüş Elif’te. Akademik çalışmalarında kültürlerarası iletişim, çevirmen kimliği, kültür, sanat ve düşünce metinlerinin ve kavramların çevirisi üzerine yoğunlaştığı düşünüldüğünde, çeviribilime yaklaşımı da bu görüşü destekler yönde. Genelleme yapmak doğru olmaz, ama Elif özelinde gördüğümüz sonuç böyle.
Bugün aradan altı yıl geçtikten sonra hayat Elifsiz nasıl devam ediyor? Adaevi duruyor mu? Gidiyor musunuz? Gittiğinizde Elif’in artık olmayışı neler hissettiriyor?
Deniz büyüyor, biz yaşlanıyoruz, renkler, sesler değişiyor, ama bizi bir araya getiren adaevi yerli yerinde, yeni buluşmalara kucak açıyor. Bahçemizin begonvillerini çok seven, mor rengin çok yaraştığı sevgili Elif’in ölümünün hemen ardından yazdığım bir öykünün adı gibi, ‘Bir Eksik Mor’la ve anıların kuşatmasında devam ediyor hayat.
DENİZE YAZILDI
Ayşe Sarısayın
Can Yayınları
216 sayfa, 24 TL.