‘Denenmemiş bir şeyi denedik’

Güncelleme Tarihi:

‘Denenmemiş bir şeyi denedik’
Oluşturulma Tarihi: Şubat 05, 2021 09:39

Akbank Sanat’ta açılan ‘6 Sanatçı Öncülünü Arıyor’ sergisi, Murat Akagündüz ile Avni Lifij, Alpin Arda Bağcık ile İrfan Önürmen, Ramazan Can ile Şakir Gökçebağ, Fırat Engin ile Sarkis, Güneş Terkol ile Gülsün Karamustafa ve Burcu Yağcıoğlu ile Semiha Berksoy’u yan yana getiriyor. Serginin küratörlüğünü üstlenen Hasan Bülent Kahraman, “Konu çok zordu. Daha önce denenmemiş bir şeyi denedik. Kültürel köprüler ve bağlar beni her zaman çok ilgilendirdi” diyor.

Haberin Devamı

Öncelikle serginin ortaya çıkış fikriyle başlayalım isterim. Nasıl bir düşünce ve hazırlık sürecinden geçti bu sergi?
Çok zorlu bir çalışmayla oluşturduk sergiyi. Birincisi, malum, Korona günlerinde sergi düzenledik. Hepimiz her şeyden korkuyoruz. Buna rağmen azimle çalıştık. Esas yük Akbank Sanat kadrosunun üstündeydi. İkincisi, konu çok zordu. Daha önce denenmemiş bir şeyi denedik. Bazı sanatçılar kabul ettiler, çalıştılar ama şu veya bu ağır geldi, çekildiler. Üçüncüsü, teknik sorunlarımız oldu. Sanatçılar birer sanatçı seçtiler. Onların yapıtlarına erişmek istedik. O eriştiğimiz yapıtın da sergide yer alan diğer yapıtlarla uyumlu olmasına çalıştık. Kısacası düzenlediğim bunca sergi arasında galiba en zorlardan biriydi bu. Katılan sanatçılara hem seçenlere hem seçilenlere yürekten teşekkür borçluyum.

Haberin Devamı

‘Denenmemiş bir şeyi denedik’
Hasan Bülent Kahraman
Serginin ismine de ithafen sormak istiyorum, öncüller neden önemlidir?

Ana mesele bu: ‘öncül’. Neden buraya geldik, ne arıyoruz. Edebiyat dünyası öncül belirlemekte çok cömerttir. Adeta öncül arkadan gelen için bir onurdur. Modern sanat ise öncüllerin reddiyle başladı. Avangardın anlamı budur. Dada hepsinin üstünde bir yok sayma alanıdır. Reddi mirastır. Ama realite öyle değil. Sonunda Picasso, Cezanne’ın varlığını ve ona borçluluğunu kabul etti. Güncel sanatın geçmişle ilişkisi daha da sorunlu. Güncel sanatın ‘sanat’la bir meselesi var, öncüller ondan sonra gelir bağlamsal olarak. Gene de hiçbir şeyin boşluktan doğmadığını, süreklilik zincirleriyle geliştiğini biliyoruz. Mapplethorpe bugün Antik Yunan’la birlikte düşünülüyor. Türkiye’de problem daha da karışık. Güncel sanatı kurgulayan eğitim kurumlarının bazılarındaki dinamikler bazı sanatçıların Türkiye’yle ilişkisini kısıtlayabiliyor. Dil bir olgu. Kaynak, köken bilgisi başka bir belirleyici. Ama süreklilik olmasa bile kaynak saptamalarının ben her şeyden önce politik bir pozisyon olduğunu düşünüyorum. ‘Budur’ demek bir politik deklarasyondur. Öncül, gerçekliğin başka bir evresi ve aşamasıdır. Öncül seçen sanatçının gerçekliği kavrayışı çok daha bütüncüldür.

Haberin Devamı

Sergiyle ilgili metinde “Bastırılan geri döner! Sorun neyi anımsayacağımızdır” diyorsunuz. Bu söz sanat bağlamının dışında hafıza ile ilgili ciddi çelişkileri olan bizimki gibi bir coğrafya için de çok önemli. Ancak sergi üzerinden konuşacak olursak, bu sergi neyi anımsatıyor ya da anımsatma niyetinde?
Serginin ana sorunsallarından biri bu. Seçmek ve öncül saptamak politiktir dedim ve politika saptamasının tüm alanları kapsadığını belirttim. 1990’lardan, 2000’lerden beri geri dönüşsüz olarak belleğin bir politika bağlamı olduğunu öğrendik. Bergsoncu veya Proustçu belleği önemsiyoruz ama bugün başka bir noktadayız. Tıpkı mekân, beden, kimlik konularının siyasallaşması gibi. Bu saptamalar bizi bu serginin vurguladığı, göndermede bulunduğu öteki konuya getiriyor. Güncel sanat alanı da görsel sanat alanı da içinde bulunduğum 35 yılda hep geçmişini yadsıdı. Bunu başlı başına bir olgu diye görüyorum. Belli bir ‘yabancılık’ çizgisinde keşfedilmiş görselliğin daha sonra kendi gerçekliğini yadsıması hayli derinlemesine ele alınması gereken bir hal. Her zaman söyledim, ‘Paşalar’ döneminden itibaren Batı’ya giden sanatçılar hep ‘güncelin’ öncesine baktılar, Türkiye’de ‘ustalar’ 1970’lerde bile belki çok güzel ama çok eski bir resmi yaptılar. 2000’lerde bu açığı kapattık. Peki, buna rağmen neden çok az sanatçı kendisinden öncekilerle ilgileniyor? Bunun Harold Bloom’un geliştirdiği, çok önemli olan ‘etkilenme endişesi/korku’suyla ilişkili olduğunu sanıyorum. Yoksa saymak nedir, Oedipus kompleksi mi, Lacancı manada ‘babanın adı’nı aşmaya dönük bir çaba mı? Bir şeyi bastırdığımız muhakkak. “Bastırılan geri döner” Freud’un temel önermesidir. Ben de bu yoldan yürüyorum. Bu sergi bastırılanın geriye dönüşü müdür sorusunu ise sergi düşüncesinin zihnime düştüğü günden beri soruyorum.

Haberin Devamı

Modernleşmeyle ilgili önemli bazı şeyleri yanlış anladığımız çok açık. Siz bunu neye bağlıyorsunuz? Sergi bu anlamda nasıl bir görev üstleniyor?
Serginin modernliği, modernleşme anlayışını doğru zemine oturtmak gibi bir ön kaygısı yok. Fakat bu modernleşme konusuna ömrümü verdim ve onu Türkiye’de siyasal ve kültürel temellenişiyle kitaplarımda irdeledim. Bu, şiirden güncel sanata ve siyasal ve toplumsal kurama kadar genişliyor. Sorunuzun önemi şurada: Türkiye modernleşmeyi başlangıçta kendisine ait bir gerçeklik olarak yaşamadı. İkincisi, modernleşme Türkiye’ye çok ağır bir travma olarak geldi. Üçüncüsü, ben Türkiye dışında (belki bir dönem Mao Çin’i hariç) geçmişle bu kadar radikal bir hesaplaşma görmedim. Düşünün, bugünün sanatçıları Avni Lifij’i seçiyor. Aynı şey Gülsün Karamustafa, Sarkis gibi, Semiha Berksoy gibi daha önceki kuşaklardan ve her biri bellek ve kültür ilişkilerinde çok kapsamlı çözümlemelere konu olması gereken sanatçılar için de geçerli. İşte katkı bu!

Haberin Devamı

‘Denenmemiş bir şeyi denedik’
Fırat Engin’le Sarkis yan yana.
Diğer yandan, unutmaktan ziyade unutuşa mahkûm edildiğimizi çokça düşünüyorum. Her şeyin yıkıldığı, yok edildiği, ‘değiştirildiği’ bir zaman ve yerde köklenmek zaten çok da mümkün değil. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Doğru. Modernleşme bu. Batı’da da bu tarih kısmen böyle yaşandı. Ama bir koşulla: Sanat ve kültür, sanat ve toplum iç içeydi orada. Bu İspanya’da da Norveç’te de benzeri şekilde yaşanan bir tarih. Hedda Gabler’le Felix Volotton ve Matisse kardeştirler. Olay 1891’de geçer. Türkiye bu kapasiteyi sahiplenecek kurumsal yapıyı kuramadı. Yani, Duchamp dünyaya kafa tuttu yaptığı işle ama dünya onu da alıp müzesine yerleştirdi. Heidegger doğru söylüyor, “Ormandan çıkış arayan da ormanın içindedir”. Türkiye müze ve koleksiyonculuğu kurumsal hale getirebilseydi bazı sorunları çözecektik.

Haberin Devamı

Sergideki isimlerin hepsi 1980 sonrası kuşağı. Bu başlı başına pek çok ifade ediyor zaten, bunu tercih ederken sizin düşünceniz neydi?
Evet. Sadece Akagündüz 1980 öncesi doğumlu. Bunu özellikle seçtim. Daha önce yazdığım bir kitap, ‘Türkiye’de Güncel Sanat 1980-2000’ idi. Sonra Akbank Sanat’ın 20. yılı için bir sergi düzenledim: ‘Özerk ve Çok Güzel’. 1985’ten beri bu alanda yer aldım. O kuşakla yaşadım. Ama bu kuşağın oluşmasına küratör, eleştirmen ve hoca olarak çok katkım oldu. Şimdi bir tür bellek çözümlemesi yapıyorum. Bir yandan da andığım kitabın 2000-2020 arasını yazıyorum. 1980 sonrası kuşak kültürel yapısı, beslenme kaynakları, kökenleri itibariyle çok farklı önceki kuşaklardan. Kültürel köprüler ve bağlar beni her zaman çok ilgilendirdiği için şimdi bu sergiyi sunuyorum. Bakalım söz konusu kuşak nasıl bakıyor dünyaya.

Sergideki 6 sanatçının her biri kendi seçtiği öncülüne odaklandı. Bu farklı bakışların ortaya çıktığı eserler sizde ne gibi düşünce ve hisler uyandırdı?
Onlar adlandırdılar. Ben seçtim. Seçtikleri yapıtlarla benim onların yapıtları arasından seçtiğim hem tamamlayıcı hem zıtlıklar taşıyan unsurlar içersin istedim. Kimi seçeceklerini bilmiyordum. Ama tercihlerini açıkladıklarında çok etkilendim. Güneş Terkol’la Karamustafa, Ramazan Can’la Şakir Gökçebağ, Fırat Engin’le Sarkis, Akagündüz’le Lifij, Burcu Yağcıoğlu’yla Semiha Berksoy arasındaki ilişkiler ve ilişkililikler berrak. Alpin Arda Bağcık’la Önürmen, daha ne kadar örtüşebilir? Onlar hakkında yazı yazsaydım benzer referanslar verirdim. Belki sadece Lifij’i bulamazdım. Ama o kadar başarılı bir seçim ki. Ve bize benim ‘örtük modernite’ dediğim kavramı ancak bu kadar açıklayabilir. Kaldı ki, bu seçimler birer sorgulama. Birini seçince birini de dışarıda bırakıyoruz değil mi?
6 Sanatçı Öncülünü Arıyor’ başlıklı sergi, 13 Şubat’a kadar Akbank Sanat’ta.

BAKMADAN GEÇME!