Güncelleme Tarihi:
Kişiler kendi düşünce dünyaları ve yaşama tercihlerine göre politik tercihlerde bulunabilirler. Rejimler ise kişilerden çok toplumun kolektif şuurunun eseri olmak durumundadır. Aksi halde totaliterlik kaçınılmaz olur. Kendisi için ‘siyaseti bir tutku, belki de bir ülkü haline getiren’ şeyi toplumsal öyküye bağlamak daha anlamlı olabilir. Bu yolla siyasal tercih toplum adına iş yapmanın yöntemi olur. Demokrat Parti’nin doğuşu Türkiye sosyolojisinin kentleşme öncesi sıkışmasına dayanır. Atatürk’ün ölümü sonrası gerilen tek parti yönetimi ve onun tartışmalı uygulamaları en çok köylüler/yoksullar üzerinde olumsuz etki bırakır. Elit diyebileceğimiz tek parti kadrosu ile 1946’dan sonra iktidara talip olan yeni ekip arasında bu yüzden bir merkez-çevre tartışması da bulunur. Hayrettin Erkmen, anılarında “Cenderme bizi, körkötürüm babamı, baştan aşağı yoğladı” cümlesi ile çizer bu tartışma/çatışmayı. Biz (köylüler) ile elitlerin aparatı jandarma (ki askerin bir kolu olarak jandarma 1960 darbesi ile başka bir vasıf kazanacaktır) arasında olup biter her şey.
Fakat Hayrettin Erkmen bir köylü değildir. Halk adına, onun yoksulluktan kurtulup demokratik ideallerle gelişmesi için öne çıkmış yeni bir seçkindir. “Öğrenim yıllarımın önemli bir kısmını İsviçre’de geçirmiş bulunmam demokratik rejimi benimsememi sağlamıştı” diyen Erkmen gün geçtikçe Türkiye’nin İsviçre olmadığını, demokratik idealleri yeşertmenin öyle kolayca başarılamayacağını öğrenecektir. Bu öğrenişte sadece politik olarak kendi karşıtlarının temsil ettiği değerler ve yapılar değil, bizzat dahil olduğu, içinde bulunup yücelttiği yer de vardır. CHP’yi ‘oligarşik bir yapı’ olarak vasıflandırırken ait olduğu partinin benzer bünyelenişlerini de tecrübe edecektir. Hükümetleri ‘hizmet kuruluşları’ diye tanımlayan Erkmen, hizmet etmenin karmaşık doğasını da keşfedecektir zamanla. Haluk Kardaş-Emine Gürsoy Naskali-Oğuz Selim Başar, ‘İki Dem Bir Demokrat’ta Erkmen’den geri kalanları okura sunarlarken yer yer verdikleri dipnotlarla akışı daha da kolaylaştırırken demokrasi tarihimize katkıda bulunurlar.
Her hatıratta minik ayrıntı gibi duran fakat esasta altın değerinde ipuçları bulunur. 1957 seçimleri sonrasında Çankaya Köşkü’ndeki bir yemekte, İstanbul’dan, Adnan Menderes’ten gelen telefon mesela hayli ilginçtir. Hayrettin Erkmen’i arayan Menderes, Celal Bayar’a hükümeti kurmak istemediğini iletmesini ister. Ayrıca 1960 darbesi günü İçişleri Bakanı Namık Gedik’in oturduğu apartmanın arkasına yerleşen tankın topunu eve çevirmesi de sembolik olarak çarpıcıdır. Dahası, en başta, kendisinin politikaya ilgi duymasını bir köylünün konuşmasından etkilenmeye bağlayan Erkmen, Yassıada’da yine Giresunlu başka bir köylüyle karşılaşacaktır. Kendisine hizmet etmek istediğini söyleyen er, ‘hizmeti, ilgiyi’ kendilerinden gördüğünü söyleyecektir. Elbette casus damgası yiyen er altı ay ceza almaktan kurtulamaz. Yassıda oldukça geniş yer kaplayacaktır Erkmen’in anılarında.
Cezaevi günlerinin sonunda 1970’lerde tekrar aktif siyasete döner Hayrettin Erkmen. Adalet Partisi, Demokrat Parti’nin süreği olarak görülür. Dışişleri Bakanlığı yaparken kendi partisinin de marifetiyle ‘düşürülen’ Erkmen, erken yaşta idealize ettiği demokratlığın demokrasi söz konusu olduğunda muhal olduğunu ve bunun tarihsel bir karakter taşıdığını dolaylı yolla dile getirir. Yakın dönem siyasetine ilgi duyanlar, Erkmen’in özel hayatını geri tutarak yazdığı hatıralarında Türkiye’de rejimle insan arasında eksilmeyen gelgitlerin panoramasını bir kez daha bulacaklar.