Güncelleme Tarihi:
Bayburt’un Bayraktar Köyü’ne gidiyorum, Baksı Müzesi’ne... Oranın huzurunu, sessizliğini, sesini, rüzgârını, yalınlığını, ışığını, yıldızlarını, gururlu duruşunu, sanat eserlerini, hikâyesini sevdiğimi ve orada çok iyi hissettiğimi biliyorum. Yani bilerek gidiyorum. Yine de her seferinde aynı şekilde etkileniyorum.
Havalimanından sonra arabada geçen 2.5 saatte, birkaç küçük köy dışında gördüğümüz sadece doğa, birkaç da insan... Ve o tepenin, Baksı’nın ilk göründüğü an... Hep aynı: Şaşkınlık, hayranlık ve yakınında durma isteği... Nasıl olur da olur? Nasıl bir hayal, nasıl ince bir düşünce ve ne büyük bir emektir bu.
Türkiye’nin en az nüfuslu, en fazla göç veren iline, üstelik de o ilin uzak bir tepesine müze kurmak; onu kurarken devletten tek kuruş almamak; sanatçıların, gelip görüp de sevenlerin, gurbetçilerin, bölge halkının desteğiyle kavrulmak; üzerine de Avrupa’dan çok büyük bir müzecilik ödülü almak; gençlere eğitim vermek, kadın istihdamı oluşturmak, yavaş yavaş o bölgede bir turizm cazibesi yaratmak ve bu durumu sürdürülebilir kılmak... Malum, Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, Baksı Müzesi’yle bütün bunları başardı.
Ancak yıllar geçse de üzerinden, nedenini, nasılını dinlemek de yetmiyor. İnsan bu etkileyici deliliğin arkasındaki itici gücü, Koçan’ın içindeki aşkı, tutkuyu kavramak istiyor.
İşte gazeteci Aslı Lodi’nin, Hüsamettin Koçan ile yaptığı nehir söyleşinin ürünü olan ‘Bir Dağda Mucize Yaratan Ressam: Hüsamettin Koçan’ bu ihtiyaca yanıt veriyor.
Her şey bir yana, kitap, bize bu topraklarda yetişmiş çok ‘iyi bir insanı’ tanıtıyor. Koçan’ın, soba üzerinden yeni alınmış ekmeğe sürülen tereyağı-reçel tadındaki, “Ayrı bir film olsa da izlesek” kıvamındaki çocukluğunu ‘dinlemek’ ise okuyanın yanına kâr kalıyor.
Doğanın, sevmenin, sevilmenin, özgürlüğün, çalışkanlığın, üretkenliğin, güzel bir çocukluğun nasıl bir itici güç olduğunu kavratıyor.
‘ASIL ÖĞRETMENİM DOĞADIR’
Lodi, sondaki fotoğraflı bölümü saymazsak, kronolojik bir sırayla yedi bölüme bölmüş kitabı. Tabii ki başta çocukluk... Bayraktar Köyü’nün Koçan’ın doğduğu 1946 yılındaki adı Baksı. Şaman anlamına geliyor. Geleneklerin ön planda olduğu, kızların nadir okutulduğu, kız-erkek çocukların erken evlendirildiği, dünyanın geri kalanından uzak, kendi yağıyla kavrulan biraz kapalı bir köy. Ama o köyün sınırları içinde korkmamayı öğreten bir özgürlük ve muhteşem bir doğa...
Zaten Koçan da “Okulda, sanat eğitimimde çok şey öğrendim ama asıl öğretmenim ait olduğum coğrafyadır, tabiatla olan ilişkimdir... Orada değişimi gördüm, büyümeyi gördüm, çiçek açmayı, tohum vermeyi gördüm. O sizde bir zaman ve gelecek kavramı oluşturuyor. Her şeyin aynı kalmayacağına dair bir bakış açınız oluyor. Yaşamdaki sürekliliği fark ediyorsun” diyor.
‘HAYAT SENİNDİR’ DİYEN BİR BABA...
Nasıl hür bir çocukluk! Ay ışığının altında nereyi beğenirlerse yatıp konuşa konuşa uyumalar, sabah bakır kaplarına su dolduranların sesiyle uyanmalar, Çoruh Nehri’ndeki çıplak yüzüşler, Pembe Nine’den masallar, masallarda her daim başarılı olan kahramanlar, köy enstitüsünden yetişme-okuma alışkanlığı kazandıran öğretmenler...
Hele bir de kendisi gibi 6-7 yaşındaki amca oğluyla, uzak bir köye iki gün süren maceralı yolculuk var ki... Film gibi.
Gurbette çalışan, iki kere yaşıyorken “Öldü”, bir kere de “Başkasıyla evlendi” haberi gelen, şimdi Baksı’nın olduğu tepede aylarca gelişi beklenen, geldiğinde de ağaca sarılır gibi elbisesinin tüm dikişlerine değecek kadar sarılıp sevilen, otoriter ama her önemli kararda oğullarına güvenen, “Hayat senindir” diyen bir baba. Şehirli ve ilgili bir anne, 8 kardeş.