Güncelleme Tarihi:
Birkaç gün sonra (1 Mart) Recaizade Mahmut Ekrem’in doğum günü, yıl 1874. Çoktan unutulmuş, besbelli, bir daha da anılmayacak. Ekrem, Tanzimat dönemi edebiyatçılarından: Şair, romancı, hikâyeci, oyun yazarı; eleştiriler de kaleme almış.
Şiirleri için Tanpınar, ‘XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nde (Dergâh Yayınları) pek iç açıcı şeyler söylemez. Önceleri pastoral sayılabilecek şiirler yazmıştır; sonra, git git handiyse mersiye şairi olur. Kişisel yaşamında da üç evlat kaybetmiştir.
Kim bilir ne zaman, nerede okumuştum: Bu şiirlerden biri, uzun isimli ‘Âriyet Kitap Arasında Bulunmuş Bir Çiçek’ ilkgençliğimde beni etkilemişti. Şiirin içeriği denebilir mi, şiirin içeriğinden etkilenmiştim: Âriyet kitabın yaprakları arasında solup gitmiş, hangi familyadan olduğu -“Nedir ismin? Ne nev’e dahilsin?”- artık bilinmezlere karışmış bir çiçek...
Sonraları ‘Araba Sevdası’nı okuyacaktım: Ekrem’in tek romanı, ama görkemli bir yapıt. Gerçi Tanpınar ‘Araba Sevdası’na da övgüler yağdırmaz, büsbütün de yermez. Hocam Rauf Mutlua bu romanı bir derste ne kadar yok saymıştı!.. Sonra zaten ‘100 Soruda Tanzimat ve Serveti Fünun’da yazdı da.
Necatigil’e baktım: ‘İsimler Sözlüğü’nde (Yapı Kredi Yayınları), “Bizde gerçekçilik akımın ilk örneklerindendir” diyor, ‘Eserler Sözlüğü’nde (Yapı Kredi Yayınları) romanı özetlemekle yetinmiş. Bu romanın her anlamda yenilikçiliği konusunda yetkin çözümleme Berna Moran’ın ‘Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış’ındadır (İletişim Yayınları).
19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı göz önünde tutulursa, ‘Araba Sevdası’ o hiç dinmez Doğu/Batı karşıtlığı konusunda yeniden ve yeniden yorumlanması ille gerekli bir romandır. Bihruz’un bütün bütün Garplı hayalperestliği, yaşadığı toplumun değerleriyle ikide birde çatışmakla kalmaz; bir yandan da Garp’ın bizde (kendi Şark’ımızda) hiç öyle kolayca özümsenmeyeceğine işaret eder.
Berna Moran romandaki üslup, anlatış, teknik yeniliklere ayrıca değinir...
Ekrem’in ‘Muhsin Bey yahut Şairliğin Hazin Bir Neticesi’ hikâyesi de -tıpkı ‘Araba Sevdası’ gibi- kara alay üzerine kuruludur. Kişisel hayatında matemlerle boğuşmuş bir yazarın, düzyazısında kara alayla iç içeliği kimseyi ilgilendirmemiş ki, Ekrem de usul usul silinip gitmiş... Bir başka önemli özelliğini, hizmetini Necatigil saptıyor: “Recaizade’nin asıl başarısı, edebiyatta Tanzimat ve Avrupa görüş ve değerini yaymasında, Muallim Naci’nin temsil ettiği eski zevkle savaşıp Servetifünun yeniliklerine ortam hazırlamasında görülür.”
Yürek yakıcı bir roman
Willa Cather, Recaizade’den bir yaş büyük. “Amerika’ya yerleşen göçmenlerin Batı’ya doğru genişleyen sınır bölgelerindeki hayatlarını anlatan” romanlarıyla tanınmış. Bizde pek tanınmıyor; yıllar önce epey etkilenerek ‘Alexander’ın Köprüsü’nü (Yeni basımı Alfa Yayınları) okumuştum. Yenilerde ise ‘Amansız Düşmanım’ı (Alfa Yayınları).
Ferma Lekesizalın’ın incelikli çevirisinden ‘Amansız Düşmanım’ı kolay kolay unutamayacağım: “(...) çünkü yaşlı, yalnız ve umutsuz olmanın ne demek olduğunu biliyorum.” Myra -roman kişisi- biliyor da, acaba biz de biliyor muyuz? Ahtapotun kollarıyla bir ilişkiyi, bir evliliği, yılları saran ‘Amansız Düşman’ım okuru çarpıntılı bir iç hesaplaşmaya alıp götürüyor, belki de sürüklüyor. Şu da aklıma takıldı: Yoksa iki insan arasındaki bütün ilişkiler, aşk, dostluk, arkadaşlık, hatta iş ilişkisi, tümü de amansız düşmanla mı sürüp gidiyor?!
“Neden beni orada, rüzgârda ve gecenin içinde bırakmadın?” Bütün ilişkilerimizde, onca emek versek bile, gün günden varacağımız, rüzgârda, gecede bırakılmak, bırakılmayı istemek olabilir mi? Romanın sonuna doğru artık yalnızca bu soruyla baş başa kalıyorsunuz.
Willa Cather’dan başka yapıtlar okumak özlemiyle...