Güncelleme Tarihi:
İlk romanınız ‘İki Gözüm Despina’ mübadele döneminin zor şartları altında bir arada yaşamanın öyküsü... Bir mübadil torunu olmanızla başlayalım.
Babaannem Selanik doğumlu. Annesi Selanik’te kavaslık yapan bir bey kızı, babası ise tütün eksperiymiş. Mübadele olunca Samsun’a yerleştirilmişler. Babaannem hatırlamayacak kadar küçükmüş ama annesinin yani büyükannemin anlattıkları hep konuşuldu ailede. Her mübadil ailesinin yaşadığı buruk ve vedalarla dolu birçok anı... Başka mübadil ailelerinin de anılarını, röportajlarını okudum, sonucu hep aynı; mecburi bir göçle doğdukları yerden koparılmış insanlar... Az buz değil iki milyon insan Ege’de karşılıklı olarak yepyeni bir hayata başlamak durumunda kaldı. Hepsi savaş yorgunu, e bir de ayrılık gelince çok zor... Bu beni hep çok etkiledi. İki milyon insanın anısına bir şeyler yapmak istedim hep. Mesleğimle birleşince de bu roman çıktı ortaya.
Romanın büyük kısmını Yunanistan’da yazmışsınız...
Dört, beş sene önce kişisel merakımdan dolayı Yunanca öğrenmeye başlamıştım ve sık sık gidip geliyordum Yunanistan’a. Ama kafamda hep bir süre orada kalmak vardı. Romanı yazmaya başlayınca da bundan daha güzel fırsat olamaz dedim. Romanın Yunanistan’da geçen kısmı için oraların havasını koklamak, kültürlerini tanımak çok motive etti beni. İlla ki kalemime de yansımıştır diye düşünüyorum. Bir de tabii Yunanistan’da da sohbet ettiğiniz 10 kişiden en az üçünün aile hikâyesi mübadeleye ve Türkiye’ye dayanıyor. Türkiye’den geldiğinizi duydukları anda gözleri parlayarak “Balıkesirliydi dedem”, “Manisalıydı ninem” gibi tanıdık ve duygu yüklü sohbetler hikâyenin içinde tuttu beni o dönemde.
Romanda olaylar küçük bir çocuğun, Emin Ali’nin gözünden anlatılıyor. Bunu özellikle mi tercih ettiniz?
Kesinlikle... Mübadele çok farklı açılardan ele alınabilecek bir konu. Savaş da anlatılabilir, sebepleri de yazılabilir ama tercihim insanların bir arada huzurla yaşarken dönemin etkisiyle nasıl da ayrıştıklarını anlatmaktı. Göçün nedenlerini değil de etkilerini ve insani duyguları aktarmak istedim. Yıllarca kilise ve caminin yan yana olduğu sokaklarda gün geldi kan döküldü. Bu kadar hassas bir konuyu da en gerçekçi olarak bir çocuğun gözünden verebileceğime inandım. Çocukların muhteşem gözlemciler olduğunu düşünüyorum. Olayları yorumlama şekilleri, soruları ve tepkileri yetişkinlere göre çok daha filtresiz ve saf. Ayrımcılık, etiketleme, yargılama gibi olgulara sahip olmadıkları için daha doğru bir yerde durabiliyorlar. Nasıl ki duyguların milleti veya dini olmuyor, çocukların da öyle... Dolayısıyla daha hikâye yoktu, Emin Ali vardı diyebilirim.
Emin Ali’nin Despina’ya olan o tertemiz çocuksu aşkının, gerçek hayatta da yaşandığını düşündüm romanı okurken. Var mı öyle bir şey?
Emin Ali ve Despina’nın aşkı benim kurgum ama eminim ki en az onların aşkı kadar saf, hatta onlardan çok daha dillere destan aşklar yaşanmıştır. Ve hiç şüphesiz çok daha hazin ayrılıklara şahit olunmuştur. Çok fazla insanın kalp yarası var suyun öte tarafında... Yaşanmamış, yarım kalmış çok aşk var eminim.
Aynı zamanda senaryo yazarı olduğunuzu da biliyoruz. Senaristlik, roman yazmayı zorlaştıran bir şey mi?
Tam tersi zenginleştiriyor, besliyor... Tabii ki çok büyük farklılıklar var. Senaryoda yeri geliyor iki kelimeyle veya görsel tek bir şeyle anlatmanız gerekirken kitapta isterseniz üç sayfa anlatabilirsiniz; yeter ki akıcı olsun. Senaryo yazarlığını ki seviyorum ama kitap yazmanın hazzı bambaşkaymış... Daha özgür ve manevi olarak çok daha tatmin edici. Bir oyuncu için tiyatro ne demekse benim için de roman yazmak öyle diyebilirim, bu tecrübeden sonra. Bir gün şartlar uymadığında senaryo yazarlığını bırakabilirim ama kitap yazmayı asla...
İKİ GÖZÜM DESPİNA
Yasemin Özek
Çınar Yayınları 2017,
248 sayfa, 20 TL.